Ana Sayfa Eleştiriler In the Fade (2017): Toplumsal Adaletten Bireysel Adalete

In the Fade (2017): Toplumsal Adaletten Bireysel Adalete

In the Fade (2017): Toplumsal Adaletten Bireysel Adalete 5.0
2

İlk uzun metrajı Kısa ve Acısız‘dan (1998) beri her filmiyle başka bir tür denemesi sebebiyle Fatih Akın sinemasını kategorize etmek zor. Yönetmen, Türkiye devleti ve halkının hassas olduğu Ermeni meselesi hakkındaki filmi Kesik (2014) ile gerek yurt içinden gerek yurt dışından olumsuz eleştiriler aldı. Ne zaman ki, kendini yola atıp özgürlüğünü arayan veya çok iyi bildiği Berlin ve İstanbul gettolarında yaşayan insanların peşine düştü, sinemasının zirvesine ulaştı. Bu iki temanın, göçmenlik, yolda olmak, sürekli bir isyankarlık ve aşkı arama hâlleri ile birleştiği Duvara Karşı (2004) ile Berlin’de Altın Ayı alarak  elit sinemada bu tarz öykülerin de yer alabileceğini tüm dünyaya gösterdi. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan son filmi Aus dem Nichts‘de ise adalet arayışındaki bir kadın üzerinden Avrupa’da son dönemde yükselişe geçen sağ politikaları eleştirmeye çalışıyor. Anlatımında karakterlerini önceki filmleri ile benzer tutarken, meselesini büyütme yolunu seçiyor.

İlk bölümünün ismi “Aile” olan film, Alman Katja ile Almanya’ya göç etmiş Kürt kökenli bir ailenin oğlu Nuri’nin hapishanedeki evliliği ile açılıyor. Ardından Katja, oğlunu babasının yanına, onun ofisine bırakıyor. Kız kardeşi ile vakit geçirdiği Türk hamamından dönüşünde ise ailesini bıraktığı bölgede bir terör saldırısı yaşandığını öğreniyor. Çok geçmeden bu saldırıda oğlunu ve eşini kaybettiğini öğrenen Katja’nın duygusal çöküşü, adalet arayışı, adaleti hukuk yolu ile bulamayınca da intikam alma yöntemi üç ayrı bölüm olarak yansıtılıyor.


“Adalet” isimli ikinci bölüm, uzun dava sahneleri ile isminin hakkını veriyor. Filmin kendini aştığı sahnelerde burada ortaya çıkıyor. Akın, Holywood’u hatırlatacak derecede iyi çekilmiş, iyi oynanmış mahkeme sahneleri ile daha önce yapmadığı şeyleri yapıyor. Adaletin tecelli etmemesi ile de son bölüm olan “Deniz”e geçiş yapıyoruz. Bu kısımda ise Katja, kafa dinlemeye Yunanistan’a gidiyor. Bu yolculuğun esas sebebini ise sonradan öğreniyoruz.


Karakter odaklı bir hikâyede, karakterin çok boyutlu olması gerekliliği ve Akın’ın filmlerinde bu özellikteki karakterlere yer olmaması filmin en büyük kusurlarından biri olarak göze çarpıyor. Diane Kruger’nın soluksuz izlettiren oyunculuğu filmi kurtarmaya yetmiyor. Filmi üçe bölen yönetmen, alt metinde irdelediği, Avrupa’da son zamanlarda yükselişe geçen ırkçı düşünceleri ve bunun sonuçlarını bu üç bölüme eşit bir şekilde yediremiyor, bölümler arasında bağ kuramıyor. Özellikle son bölümde konudan gittikçe uzaklaşılıyor ve bir intikam öyküsüne geçiş yapılıyor. Mahkemede adalet yerini bulmayınca, birey kendi adaletini uygulama kararı alıyor. Fakat bu doğru bir mesaj mı, sorgulamak gerek. Adaletin gerçekleştirilebilirliği meselesinin seyircinin kafasını meşgul etmesine izin verilmeden kadın baş karakterimiz direksiyonunun başında düşünceli görüntüsüyle yollarda ilerliyor, planını gerçekleştirmek için hazırlık yapıyor, son anda vazgeçiyor. Film, finali ile toparlama şansını da kaçırıyor. Katja, her şeye rağmen hayatı seçip filmin eleştirdiği şiddet ve terör anlayışına karşı çıkabilirmiş. “Hayatta olmadıktan sonra, adaletin yerini bulmasının insan için önemsiz olduğu” çıkarımı yapılamıyor, seyirciye bu imkan sunulmuyor. Bunun yerine “şiddet, şiddeti doğurur” gibi etik olarak yanlış, basit bir çözümlemeyle sorun geçiştiriliyor. Akın’ın, bazı sahnelerde yönetmen olarak ustalaştığını izlemek hoş olsa da konvansiyonel sinemadan uzak durup kendi iyi bildiği sularda yelken açması, kendi sinema anlayışı açısından daha doğru olur gibi görünüyor.

Puanlama

5.0

5.0
Kullanıcı Oyu: ( 3 oylar ) 5.3

Yorum(2)

Bir Cevap Yazın