Kraliçe Lear (2019): Shakespeare’den Arslanköy’e
Türlü türlü şeylerin koleksiyonunu yapan Mithat Bey’den, şiir gibi bir anlatımla dilegelen Şair Leyla’ya uzanan küçük, sıradan ama kendi dünyaları da bir o kadar büyük ve başka olan insanlar… Yanı başımızda hem bizimle olan hem de bize ait ol-a-mayan o kişilere dalıp giden Pelin Esmer. Günümüz Türk sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri olan Esmer, kurmaca anlatılardan sonra bir belgesel ile karşılıyor izleyenleri: Queen Lear (Kraliçe Lear).
Şehir hayatının karmaşası içinde kendini dinleyebilen, kendi isteklerine ve tercihlerine kulak verebilen karakterlerin yaratıcısı olan Esmer, bu sefer de yaşadığı kasabanın sınırlılıklarına rağmen kendi arzularına kulak vererek, kendi şartlarının ötesine geçebilen kadınların ortasına yerleştiriyor kamerasını.
2006 yılında çektiği Oyun belgeselinin bir devamı niteliğinde olan Kraliçe Lear, Mersin’e bağlı Arslanköy’de yaşayan bir grup köylü kadının, William Shakespeare’ın Kral Lear oyununu köylere taşımasını konu alıyor. Okul okuma isteğiyle büyüyen fakat kız çocuğu olduğu için eğitim hayatından koparılarak, ev hayatına alıştırılan 5 kadının kendini gerçekleştirme hikâyesi Kraliçe Lear. Bütün yaşamını evde, dağda ya da tarlada iş yaparak geçiren 5 kadının tiyatro sayesinde tanıştıkları özgürlük, filmin ana temasını oluşturuyor. Klasik taşralı kadın zihniyetinin tam tersini gördüğümüz bu docu-drama, kahramanlar özelinde tüm kadınların istedikleri ölçüde “değiştirebilecekleri” hayatlara ışık tutuyor.
56. Altın Portakal Film Festivali’nde birçok izleyenin yüzünde tebessüm, kalbinde umutla salondan ayrılmasını sağlayan filmin yapımcısı, Kraliçe Lear’ın toplumun ve bilhassa kadınların en ihtiyaç duyduğu şey olan umudu temsil ettiğini dile getiriyor. Bir röportajında “kişinin bir şekilde o döngünün içerisinde kendini kaybetmeden var olmasına, kendinin farkında olmasına sanat, felsefe, edebiyat yardımcı olabilir diye düşünüyorum” diyen Esmer, filmde tam da köylünün kısır döngü içinde geçip giden hayatının, sanatla ne denli değiştiğini yansıtıyor. Geleneksel köylü kadın imajını sanatla yıkıp geçen, kendi arzularını sanatla keşfeden bu kadınlar zaman zaman tıpkı geçmişte oldukları gibi utangaç ve cesaretsiz diğer kadınlarla yüzleşiyor. Hem büyüdükleri çevreye, hem hayat arkadaşlarına, hem de başta kendilerine karşı mücadele veren bu kadınlar, muhafazakâr bir yapının ortasında tiyatro aracılığıyla kader, bilinç, özne ve kadın olmaya dair birçok soru ve cevap bırakıyor izleyene.
Esmer’in kadını, bakışın nesnesi değil de öznesi konumunda beyazperdeye yansıtması da ayrıca tekdire şayan. Çoğu sahnede erkekleri, kadınların arkasında ve son derece çekingen gördüğümüz film, alışık olduğumuz sıradan “taşra” hayatının başka bir yüzünü gösteriyor. Bu anlamda değişen kasabalı kadın imajının yanında alışık olmadığımız kasaba erkeği de öne çıkıyor.
Yeni senaryosu üzerine çalışmak üzere Marsilya-Cassis’de bulunan Camargo Foundation Sanatçı Rezidansı’na davet edildiği için festivale katılamayan Pelin Esmer Kraliçe Lear ile şimdiden bir sonraki filmi için merak uyandırmayı başarıyor.