Ana Sayfa Dosyalar Yerli Sinema Dönersen Islık Çal (1993): Ayrık Otlarına Bir Güzelleme

Dönersen Islık Çal (1993): Ayrık Otlarına Bir Güzelleme

Dönersen Islık Çal (1993): Ayrık Otlarına Bir Güzelleme 7.5
0
‘’Bu barda yıllardır envai çeşit insan tanıdım;  çoğu senden daha kadın, benden daha cüceydi.’’

Kabul görenler, normal olanlar, çizgide yürüyenler, dengeyi bozmayanlar…

Kabul gör(e)meyenler, anormaller, çizgiden sapanlar, dengeyi umursamayanlar…

Ait olduğunuz yeri siz mi seçersiniz, yoksa sizin seçme şansınız hiç olmadı mı?

‘’Dönersen ıslık çalarsın,
 Yol uzun, su karanlık,
 Otur bir çardak altına
 Bırak biraz yağmur yağsın.’’

Uzun bir yalnızlık hikayesi… Ötekileşenlerin birbirine güç verdiği ‘’öteki’’ bir hikaye… Bizden olmayanı, biz olmayanı savurup attığımız düzenin içinde sessiz çığlıklar savuranlara yazılmış replikler… ’’Dönersen Islık Çal’’ gitmek ve döndüğünde bir ıslıkla fark edilmek isteyen bu hayatın silik yolcularına bir saygı duruşu…

Bir cüce ve bir travestiyi bir araya getiren senaryosuyla sıra dışı bir kurguya sizi davet eden ve 90’ların başında çekilen puslu, pesimist karakterlerle donatılan Türk filmlerinden biri gibi görünse de aslında insanı rahatsız eden bir gerçeklikle sizi baş başa bırakan filmde Beyoğlu’nun en güzel manzaralı evlerinden birinin balkonundan dünyayı tüm ışıklarıyla görme şansınız var.


Stabil bir yaşam süren barmen bir cücenin gece yarısı serseri takımının tecavüzüne  uğramak üzereyken bir travestinin hayatını kurtarması, biçimleri ya da tercihleri nedeniyle ıskartaya çıkmış bu iki yaşamı kesiştirir. Başta birbirlerini tıpkı diğerlerinin onları yadırgadığı gibi yadırgarlar. Kahramanların kendi tabirleriyle bu bir ‘’götten bacak ve ibne’’nin garip panoramasıdır.

Biri biçimi, kambur ve eğri vücudu diğeri de cinsel kimliği nedeniyle toplum tarafından dışlanmış iki suret, kendi yalnızlıklarında bir diğerinin varlığını çok da önemsemedikleri bir dünyada süratle çarpışacaklar ve kalplerinin, varoluş sebeplerinin şaşkınlıkla farkına varacaklardır.

İnsanoğlunun toplumsal değerleri en çok savunduğu ve bu değerlerle en çok çeliştiği bir yüzyılın figürleri olarak değer yargılarımızın biz gibi görünmeyen ya da bizden olmayana ağır cezalar kestiği bir yaşamın içerisindeyiz. Güzel, iyi ya da ahlaklı olanı bulmak için kendi kurallarımızı harekete geçirirken kendi gözlerimiz dışında başka bir göze ve başka bir zihne kısaca -empati-ye ihtiyaç duymuyoruz.

‘’Başka hikayeleri bu hikayelerin sadece başlıklarına bakarak anladığını sanmak ne acı…’’

Gece karanlığında ‘’cam cama, can cana’’ diyerek tokuşturulan kadehler, başlayan yağmur… Cüceyi kucağına alan travesti koşmaya başlar ve şöyle bağırır: ‘’Hep sakin olma, bağır, sev, aldat, aldatıl; hayat bu! ‘’

Hayatın içerisinde en baştan mağlup olanların ortak kaderleri üzerine kurgulanan filmde dünyada adaletin olmadığını bildiği halde yine de aramaktan vazgeçmeyen; koşan, düşen ve dizlerini parçalayan birçok karakteri aynı anda görebiliyorsunuz: Hayat kadınları, onları pazarlayanlar, kadın olarak dünyaya gelip acı çekenler, kadın olarak gelmedikleri için acı çekenler, biçimli vücutlar, biçimsiz vücutlar…


‘’Dışarısı  öyle karışık ki kimin ne olduğu belli değil. Herkes bir yerlere koşturuyor. N’oluyor anlamıyorum. Dışarıda bize hayat yok! ‘’

Filmin başından itibaren senaristin kahramanlara isim vermemeleri de dikkat çekiyor. Postmodern eserlerde de sıkça karşılaştığımız isimsiz ya da isminin yalnızca baş harfiyle anılan kahramanların bu yolla toplumdaki silik yanlarına bir vurgu yapılıyor.

Yönetmenliğini Orhan Oğuz’un yaptığı filmde Derya Alabora ve Fikret Kuşkan’ın oyunculuklarıyla filmi yukarıya taşıdığını söylesek yanılmış olmayız. Filmde ses ve görüntü efektlerinin donukluğunun dönemin teknik koşulları mı yoksa tercih mi olduğu konusunda ikilemde kalınıyor.


İki marjinal insan… ‘’Pis ibne’’ diyor şeker kutusu, ‘’Çirkin cüce’’ diyor ibne…

Ne fark eder ki?

Birbirleri için gözyaşı dökebiliyorlarsa…

İyi seyirler…

Puanlama

7.5

7.5
Kullanıcı Oyu: ( 1 oy ) 7.9

Bir Cevap Yazın