Ana Sayfa Berlinale 2019 Kız Kardeşler (2019): Bir Taşra Masalı

Kız Kardeşler (2019): Bir Taşra Masalı

Kız Kardeşler (2019): Bir Taşra Masalı 9.0
1
Berlinale ve İstanbul Film Festivali’ndeki gösterimlerin ardından geçtiğimiz Cuma, AUFF kapsamında Kız Kardeşler’i izledik. Kültür Bakanlığı tarafından kara listeye alınmış yönetmenlerden olan Emin Alper’in bu son filmi, 4 farklı ülkenin yapımı olarak karşımızda. Kız Kardeşler üç beslemenin hikâyesi; film hâlini alırken ise mutlu olmayan bir masala dönüşüyor.

Film beslemelerden en küçüğünün, eve dönüşü ile başlıyor, devamında ortanca beslemenin eve geri dönmesiyle birlikte de hikâyedeki birçok detayı öğrenmeye başlıyoruz. Filmin ilk noktası kasaba erkeğinin mahkumiyeti bana kalırsa, Muhtar (Hilmi Özçelik), baba (Müfit Kayacan) ve Necati (Kubilay Tunçer) üçlüsünün film boyunca konumlandıkları yer ve özellikle de içme sahnesi burada görüşümü temellendirdiğim noktalar; karakterlerin birbirlerine bakış açısı, iktidar ve çelişkiler ile karakterlerin sürekli sığındığı ahlak, gelenekler ve erkeklik kriminalize edilerek karşımızda. Özellikle Necati’nin okumuş bir birey olarak iktidarı bütün gücünü kendi üzerinde toplamış bir şekilde, neyin doğru neyin yanlış olduğunu sürekli onlara kabul ettirmesi ancak kasabalılığın dışına çıkamayışı burada önemli. Onun bu yanını açığa çıkaran ise dik kafalı, herkese göre yarım akıllı olan Veysel (Kayhan Açıkgöz). Veysel filmin başındaki hırsızlarla yaşadığı olayı anlattığı sahneden itibaren pasif, korkak ve yarım akıllı bir profilde, babasından kalan yarım akıllı mirasını mecburen kendi üzerine almış durumda. Aslında geçmişte ve günümüzde, bu gibi durumların kan bağı ile geçtiği sanrısı hep vardır. Emin Alper tüm bu klişe durumları kendisi için bir mücadele olarak görüyor. Köyün delisi klişesinde kullandığı oyunları, Veysel’de de kullanıp ilgi çekici bir noktaya getiriyor ancak Veysel’in babasıyla aynı kaderi paylaştığı sonu değiştirmiyor sadece bir gizem katıyor. Veysel, filmin dengesini tamamıyla bozan karakter olarak çok önemli, yukarıda bahsettiğim gibi Necati’nin bütün dürtülerini açığa çıkaran ve onun arka planda neler yaptığını da ortaya çıkaran karakter. Baba ve muhtar ise bu konumda iktidarın koruyuculuğunu yapma ve kraldan çok kralcı olma dışında pek vasıfları yok. Necati, ekonomik ve eğitim toplamındaki iktidarıyla, yaptığı şeyleri gizliyor, birisi kendisinin yüzüne vurduğunda ise öfkelenip, canavarlaşıyor. Emin Alper’e, Berlinale’de daha önceki iki filminde sonra bu filmin pek politik olmadığına ve iktidarı kızdırmamak adına mı böyle bir şey yaptığı sorulmuş. Kaçırılan nokta şurada, bu bahsettiğimiz 4 erkek, aslında taşradaki politik ve iktidar ilişkilerini tanımlıyor ve günümüzdeki iktidarın yapısını nereden kazandığına dair bir portre sunuyor: Kadınları tanımladıkları yer, çelişkiler, güce tapma ve Veysel’den gelen, ön koşullu direniş. Burada ön koşullu direniş dememin sebebi ise toplumdaki şükürcü yaklaşım ya da pragmatizm. İktidardan bir şey istemek, bu bir şeyi isterken iktidarın başından savmak için neleri yapabileceğini bilmek, hatta bunu ona söylemek ama onun bütün üstünlüğünü kabul edip, bir taktik oturtmak.


Güçsüz konumda kalan kız kardeşler ise, kendi içlerinde sürekli bir kavga içerisinde. Bu noktaya realist bakmak mı gerekiyor yoksa Emin Alper’i bu noktada eleştirmek mi gerekli emin değilim. İktidara karşı direkt bir direniş yok ama karakterlerin özelliklerine bakarsak realizm daha ağır basıyor. Reyhan (Cemre Ebuzziya) ve Nurhan (Ece Yüksel) eğitimsiz iki karakter, Havva (Helin Kandemir) ise okuma yazması olmasına karşın henüz çok küçük, burada kurulan direniş teması çok daha farklı. Veysel’e nazaran daha derinde kuruluyor hat, belki bu da kadın olmanın getirdiği bir yük. Özellikle Reyhan’ın hem kardeşiyle konuştuğu sahnede hem de Veysel’le seviştiği sahnede, çok önemli birkaç nokta var. Reyhan cinsellik konusunda kendine güvenli, erkeğin bütün zayıf noktalarını bilen ve güçlü bir kadın olarak, gizli kalmış bir portreyi bize gösteriyor. Erkeğin cinselliğinin kırılganlığı ve kadının daha çok cinselliği istemeyen tarafta olduğunu gösteren toplumsal temalara karşı da bir örnek. Son yıllarda kadının cinselliğine dair yıkılan bu tabuyu Kız Kardeşler’de de görmek sinemamız için gurur verici. Nurhan karakterinin özünün ise köyün delisinde bir yansıma olarak karşımızda durması, filme güzel bir detay sağlıyor. Ama Nurhan’da, annelik ön planda, cinsellik ise geri planda kalıyor. Nurhan bu noktaya hem köydeki yaşama hem de kasabadaki yaşama, bir insan olarak karşı çıkıyor. Reyhan’ın Ankara hayalleri,  Nurhan’ın hastalığı ve Havva’nın besleme olarak gitme isteği telaşından arta kalan ise kız kardeşlik ve ne olursa olsun aralarındaki güçlü bağ oluyor.

İzole bir mekanda yıkıcı bir hikayenin anlatımının bu denli hafiflemesinde, masalsı kurgu önemli bir yer kaplıyor. Bunun temelinde; filmin orijinal müziği, seçilen lokasyon, köyün delisinin sahneleri ve sinematografi yatıyor. Tüm bunların birleşmesiyle, belirli vurucu sahneler dışında öyle bir izleme deneyimi sunuyor ki, kendinizi akan bir suya bırakıyorsunuz ve o sizi filmin sonuna kadar taşıyor.  Giorgos ve Nikos Papaioannou’nun film için yaptığı müziğe özellikle dikkat çekmek gerekiyor, filmin hikâye anlatıcılığına çok etkisi var, Emin Alper’in çocukluk anılarından* çıkan bu filmin zamansız olabilmesini sağlayan şey belki de bu müzik. Sinematografi ile bu müziğin birleştiği nokta, bize eşsiz ve derin bir duygu yaşatıyor. Alper, Kız Kardeşler ile birlikte yönetmenliğinde yeni bir eşiği atlıyor; hikâye anlatıcılığı, teknik ve birçok açıdan kendini geliştirdiği ve daha iyi olmaya çalıştığını görüyoruz. Vizyon tarihi 20 Eylül gibi geç bir tarih olarak açıklanan film, geniş kitleler tarafından izlenmeyi hak ediyor.

*Yönetmen, bir söyleşisinde, filmi çocukken yaşadığı kasabada gördüğü besleme çocuklardan yola çıkarak tasarladığını belirtmiştir.

Puanlama

9.0

9.0
Kullanıcı Oyu: ( 2 oylar ) 8.7

Yorum(1)

Bir Cevap Yazın