Ana Sayfa İnceleme The Double (2013): Modernist Bir Uyarlama

The Double (2013): Modernist Bir Uyarlama

The Double (2013): Modernist Bir Uyarlama 9.0
0

Dostoyevski’nin vaktiyle Türkçeye de “Öteki Ben” ismiyle çevrilen kitabından uyarlama 2013 yapımı, yönetmenliğini Richard Ayoade’nin yaptığı The Double filmi, bu dosyanın en özgün ve en güncel filmlerinden. Öteki Ben için, gözlerini şehre ve bürokrasiye çeviren Rus Edebiyatının en başarılı ürünlerinden olduğu ve Dostoyevski’nin yarattığı kaybeden karakterlerinden belki de en iyisi olduğu söylenebilir. Bu değerli metin, Ayoade’nin elinde modernist dokunuşlar, film-noir estetiği ve harika kurgusuyla beraber özgün bir şekilde sinemaya uyarlanıyor. Doğumunun 200. yılında Dünya edebiyatının en önemli yazarlarından birinin sinemadaki izdüşümüne dair bir yola çıkarken, Ayoade’nin filmi için önemli bir durak denilebilir…

The Double’da kurulan estetik ve özgünlüğün temelleri metinle farklı, metnin geçtiği tarihlere karşın filme daha derinlik katacak şey modernist yapıyla bürokrasinin birleşimi. Kanımca Ayoade’nin bu noktadaki seçimi oldukça doğru ki bu seçim; filmin metnin aksine klostrofobik bir ortam yaratmasının yanı sıra Jesse Eisenberg’in canlandırdığı Simon karakterine de büyük bir derinlik getiriyor… Ayoade’nin bunu yapma sebebi metinin aksine daha dar bir zamanda deneyimi aktarabilmek ve kurulan estetiği destekleyebilmek çabası olarak yorumlamak mümkün… Bu atmosferi bir paket haline getirebilmek, sinemanın büyüsünü de ortaya çıkarıyor.
The-Double-2013-1

Mimari olarak, İngiliz ve Doğu Bloku yapılarına benzer yapıların tercihiyle beraber özellikle sinemadaki tarihsel bir temsile dayanan bu özgün uyarlama, mizahını da yine buradan getirmeyi başarıyor. Simon’ın bu bürokratik işleyişte kendisinin bir ikizine rastlaması ve bütün yetersizliklerinin diğer Simon’da ters bir yansıma yaratmasıyla bir krize giriyor. Film boyunca büyüyen bu kriz ve bu krizin işlenişi The Double’ı diğer Dostoyevski uyarlamalarından veya ondan etkilenen yönetmenlerin filmlerinden ayırıyor.

The Double, kaybeden karakter tiplemesini belirli bir romantizme indirgemiyor yahut buradan duygusal destek alıp karakteri temize çıkarmaya veya onun yaşamını romantize ederek bir örnek ya da öykünülmesi gereken bir şeymiş gibi ortaya koymuyor. Benim için en büyük değeri belki de bu The Double’ın; motamot uyarlamaları dışarıda tutarsak, kafka-esk işlerde de özgün Dostoyevski uyarlamalarında da en büyük problem bu çünkü yönetmenin kendisi, bu kaybeden karakter yaşamına kendini kaptırıyor ve buradan bir imaj doğurabiliyor. Bu yönetmenin dışarıdan bir temsiline dönüşüyor, gizemli bir kaybedene ve zamanla bu sinemasını da esir alıyor. Kanaatimce bu sıkıntılı dönüşümdense, Ayoade’nin orijinal metni temel alıp yarattığı dönüşüm daha tercih edilir.
The-Double-2013

Ayoade bu filmi hiç çekmemiş olsa ve bir Dostoyevski metni uyarlayacak olsa hemen Öteki Ben tahmininde bulunurdum ki bu daha çok Ayoade’nin geniş perspektifi ile alakalı bir tahmin olurdu… Ancak bu perspektifin film özelinde vücut bulmuş şeklinin, reel sosyalizm anti propagandasıyla ve bu kara film estetiğinin öncülleriyle de büyük bağı olduğunu söylemek gerekir. Anti-komünist propagandanın zamanla dönüştüğü nostaljik hal ve asil temsili ile kara filmin ahengi birbiriyle o kadar uyumlu ki sonuç bu oluyor… Kaybeden karakterimizin bu klostrofobik ve yalnız dünyasına Hannah’ın dahil oluşuyla birlikte hali hazırda var olan erkeklik krizini en yüksek seviyeye çıkarması ise filmin sonuna doğru bir yolu açıyor. Kendisini çokta ciddiye almadan ilerleyen film, bu krizle birlikte ağırlaşan havasıyla sona doğru ilerliyor. Bu kutu; paket haline getirilmiş dünya yavaş  yavaş Simon’un başına yıkılmaya başlıyor. Film ciddiye almasa da kendini çok ciddiye alan bu erkeklik, dünyanın bütün merkezini kendinde gören bu erkeklik tek sonu olan yok oluşla bitiyor. Bu açıdan bana Yorgos Lanthimos’un The Lobster’ını andırıyor, hiç değilse çıkış yolunda…

Richard Ayoade’nin Perspektifinden The Double

The-Double-2013-4

The Double yayınlandığı yıl ne ödüller de ne de eleştirmenlerden beklediğini alamadı ama bana kalırsa değerinin çok aşağısında kalmış bir film. Dostoyevski uyarlamaları içerisinde parıldıyor ve birçok okumaya zemin açıyor bir yandan pastiş bir yandan olabildiğince özgün bu dengeyi ve bu ahengi yakalamak hiç kolay değil, Ayoade’nin bu literatüre kattığı bence hiç hafife alınmamalı ve değer görmeli. Çünkü belirli bir literatür oluşan böyle alanlarda, yaratıcı bir şekilde hareket etmek çok zor, Ayoade’nin bu başardığını yapabilen yönetmen ve film sayısı da çok az. Edebiyat tüm sinema tarihini etkilerken burada oluşan külliyat çok eski bir metni yine sinema tarihinden aldığı parçalarla bu derece özgün ve derin yapabiliyor. Bunların sonucunda çıkan seyirliğin görülebilmesi veya anlaşılabilmesi de her zaman mümkün değil, The Double hem perdenin arkasında hem de ışıldıyor, görebilene ne mutlu…

Ayrıca İlginizi Çekebilir: Le notti bianche (1957): Bekleyişler

Puanlama

9.0

9.0
Kullanıcı Oyu: ( 0 oy ) 0

Bir Cevap Yazın