Kurt, farklı coğrafyaların mitlerinde önemli roller edinmiş ve özellikle; rehberlik, nitelikli savaşçılığın göstergesi ve doğanın gücünü temsil etme gibi roller bakımından birçok anlatıda yer bulmuş, mühim bir figürdür. Kelt kültürü içinde de bolca temsiliyet bulan bu figür, hayvan ve insan formunun kaynaştığı insan-kurt senteziyle pagan geleneğindeki temel içerikleri teşkil etmiştir. Aynı zamanda insanın kötü özelliklerinden kendini arındırıp bu kötü özelliklerin yüklenicisi haline getirdiği kurt, annesi tarafından verilen öğüde uymayan Kırmızı Başlıklı Kız’ın veya sürüden ayrılanın cezasını kesendir1. Toplumun ürettiği ahlakçı değerlerin taşıyıcısı ve göz korkutma nesnesi olarak büyük işlev gören masallar bugün hala güncelliklerini korurken, bu masalların içeriklerini cinsiyetçilikten arındırıp ahlakçı öğretileri bir kenara bırakarak yeniden sentezleyen WolfWalkers, ekolojik fabl dokusuyla yeni masal alternatifi sunuyor. Tomm Moore ve Ross Stewart’ın ortak çalışması olan animasyon, mitik unsurları ihtiva eden içeriğini özgürlük temasıyla buluşturan ve bunu yaparken de insan-doğa çatışmasını anlatısının merkezine konumlandıran, tüm anlatının ise tahakküm anlayışının nasıl geliştiğine yönelik sade örnekleri barındırdığı bir yapıt.
İnsanlığın tarım devrimi ile yerleşik düzene geçmeye başlamasından itibaren, kültür yeni normatif değerler üretmiş, yazılı olmayan öğretiler toplumun şekillenme sürecini belirlerken iktidar modelleri de bu anlayışlar çerçevesinde farklı biçimlerde gelişmiştir. Doğadan gitgide uzaklaşan insan, bunu yaparken doğayla bütünleşik ilkel yönünden kopmaya başlamış, onunla adeta savaşa girmiştir. Doğayı dizginlemek, onu kullanımına uygun şekilde terbiye etmek ise hoyratça gerçekleşen birçok eyleme kapı aralamıştır. İnsan harici tüm canlıların insanlığın hizmeti için var olduğu düşüncesi türcü yaklaşımların köklerini sağlamlaştırırken, avlanmak gibi eylemler gücün, yiğitliğin göstergesi olarak sosyal hafızada yer edinmiştir. Tüm bu birikim esnasında kendi içinde de çok farklı sosyal katmanlara ayrılan insanlık, şiddeti günlük yaşamın bir parçası haline getirmiş; kültürün ürettiği cinsiyet rolleri ve sosyal sınıftaki rol, insanlara nerede durmaları gerektiğini ve hangi vasıflara sahip olabileceklerini gösteren temel belirleyici nitelikler olmuşlardır. Bu atmosferin hâkim olduğu 17. yüzyılın püriten İrlanda’sına Koruyucu Lord (Simon McBurney)’a hizmet etmek için İngiltere’den gelen Bill (Sean Bean) ve kızı Robyn (Honor Kneafsey); bahsi geçen hususları somutlaştıran bir maceraya vesile oluyorlar.
Canlı, yaşamı her dokusunda hissettiren orman ile çevresinden keskin sınırlar ile ayrılmış, gri ve tek tip şehir tasvirinin yoğun kontrastı arasında cereyan eden kurgu; boyunduruğa vurulmuş insanların yanında, yine kafese koydukları kurt temsilinin etrafında eğlenen çocukların içkinleştirdiği şiddete dikkat çekiyor. Bir canlıyı kafese kapatmak, etrafında sloganlar atarak elinde kılıçla koşuşturmak, silahlarla tıpkı bir kafesi andıran çelik sur kapısının başında bekleyen askerler varlığında günlük oyunlarını sürdürmek; çocukların oyun alışkanlıklarının yetişkinlerin kurduğu düzenden bağımsız olamayacağını hatırlatıyor. Hükümranlığın altında monoton hayatlarını devam ettirme telaşesindeki halkta, dini doktrinlerin gerektirdikleri ölçüde çalışmanın iman olduğu anlayışı hakimken, kendini Tanrı’nın sözcüsü olarak konumlandıran Lord’un totaliter iktidarı insanların günlük hayatının temel şekillendiricisi mahiyetinde. Böylesi katı tutumlu iktidarların varlıklarını sürdürebilmeleri için ise hemen her zaman bir düşmana, sürekli olarak varlığını tehdit ettiğini öne sürdüğü bir olguya ihtiyacı vardır. Bu olgunun kurtlar olduğu yapıtta, tüm halk da korku ve nefreti aynı anda hissettikleri bu canlılara karşı son derece ön yargılı ve tahammülsüz yapıdalar. Bu noktada, daha en temelde çocuklara da sirayet eden bu ön yargının aynı zamanda yine çocuklar nezdinde çok çabuk bozulabileceği, Robyn ve Mebh2 (Eva Whittaker)’in dostluğu vasıtasıyla gözlenebiliyor. Kendisi de İrlanda’da İngiltere’den gelmiş bir yabancı olan Robyn’in, diğer bir yabancı olan Mebh’le ilişkisi ‘’öteki’’ ilan etme dürtüsünün sakilliğini gözler önüne seriyor. Birçok farklı canlı türüne, renge ev sahipliği yapan doğanın iç içe yapısında her öteki bu ahenkte yerini bulabiliyor. Vahşiliklerinin ön plana çıkarılıp zarar verici özelliklerinden yakınılan kurtların oluşturduğu komün, gerekmediği hâlde daha fazlası için sınırlarını genişleten ve çevresinde çoraklaşmaya neden olan insanların toplumuyla bir çatışma yaratıyor ama doğanın, kendisini talan eden ve büyük yıkımlara neden olan insana karşı tavrı; attığı birkaç çiziği iyileştirip ona gitmesini söylemekken, insanların buna cevabı daha fazla yıkım ve sonu gelmez yok etme isteği oluyor. Etrafındaki asık suratlı erkeklerden veya yine bu erkeklerin belirlediği kurallar neticesinde, kadınlar için geçerli sınırlı sayıdaki işleri ifa eden kadınlardan, neler yapması gerektiği hakkında nasihatler/azarlar işiten Robyn’in, bir Wolfwalker olduktan sonra hissedebildiği özgürlük; filmde metaforik olarak da bolca yer alan kafes figürünün, temel hakları bir ‘’koruyucu’’nun ellerine bırakılmış toplulukların kendilerini kapattıkları konfor alanıyla paralellik kurmasını sağlıyor.
Teknik anlamda gravür sanatıyla geleneksel animasyon tekniğini birleştiren yapıt, gravürün yoğun kullanıldığı dönemlerde geçen anlatısıyla bir bütünleşme yakalıyor. Kıvrımlı hatları ve çok az müdahale edilmiş, sulu boya renkleriyle bezeli görüntüsüyle orman tasarımı; yine köşeli hatlara pek yer verilmeyen Robyn, Wolfwalker’lar ve kurtların dışa vurumuyla örtüşürken diğer tarafta keskin çizgilere sahip kasaba ve yine kasabayla aynı hatlara sahip insanlar görsel karşı cepheyi oluşturuyor. Çelik kapı ve kafes boşluklarıyla yapılan yüz kadrajlarıysa hapsolmuşluğu yansıtma konusunda etkili bir dil üretiyor. Ekran bölme tekniğiyle çizgi roman estetiği yakalanan film, bölünen ekranlardaki minyatürvari çizimlerle eklektik bir yapı oluşturuyor ve hikâye anlatıcılığını besleyen bu tercihler, klasik animasyon tekniklerini ihtiva eden yapıtı alışıldık olmaktan sıyırıyor.
WolfWalkers, Cartoon Saloon’un elinden çıkma İrlanda Folkloru Üçlemesi’nin son ayağını oluşturuyor. Tomm Moore’un öncülüğündeki diğer iki filmle (The Secret of Kells, 2009 ve Song of the Sea, 2014) içeriğindeki detaylarla da köprü kuran film, ekolojik tavrını sadece hayvan hakları gibi tek bir konu üzerinde yoğunlaştırmak yerine; türcü ve baskıcı her türlü bakışa karşı mevzileniyor. Hayvanlara, özellikle de bir türe karşı ve hatta genele vurarak söylemek gerekirse herhangi bir topluluğa yönelik böylesi cepheleşmiş bir toplumda; bu toplumun dinamiklerinin de sağlam olamayacağını, içe kapanıp çevreyi de kendi kullanımı için ehlileştirme dürtüsünün insanın içinden çıktığı doğaya ve buna müteakip kendine de yabancılaşma nedeni olduğunu gösteriyor film.
1 Gezgin, İ. (2020). Homo Narrans. Redingot Kitap
2Mebh Óg MacTírre ismindeki MacTírre, İrlanda dilinde kurt için kullanılır, kabaca ‘’doğanın evladı’’ demektir ve insan dönüşümü ile ilişkilidir. Detaylı bilgi için: wikipedia
Ellerinize sağlık, oldukça kapsamlı ve açıklayıcı nitelikte bir yazı olmuş. Mitolojiye ve toplum yapılanmasına değinmeniz filme dair bir fikir atlası oluşturuyor ve düşündürtüyor.
Cümlelerinizin toplumsal öğretideki ‘kısa iyidir ‘düsturuna tersten bir etki uygulayıcı hava katması, yine de filme dair anlatınızın güzelliğini gölgelemeden, tadında bir betimleme imkanını yakalamadaki ustalığınızı ön plana çıkarmasından dolayı yazınız için tebrik ederim.