Ana Sayfa Bir Kadın Bir Auteur Lynne Ramsay: Travma Sineması ve Yersiz Yurtsuz Özneler

Lynne Ramsay: Travma Sineması ve Yersiz Yurtsuz Özneler

Lynne Ramsay: Travma Sineması ve Yersiz Yurtsuz Özneler
0

Geçtiğimiz günlerde sona eren 38. İstanbul Film Festivali’nde Uluslararası Yarışma Jüri Başkanlığı’nı üstlenen Lynne Ramsay, yirmi yılı aşkın bir zaman dilimini kapsayan yönetmenlik kariyerine dört uzun metraj sığdırırken aşırı üretken bir profil çizmese de filmlerinin yetkinliği sayesinde son dönemin en önemli sinemacılarından biri olmayı başardı. Her ne kadar Kadın Yönetmenler dosyamızın ilk bölümünü kendisine ayırıyor olsak da Ramsay bu sıfatla anılmak istemediğini çeşitli röportajlarında açıkça belirtmişti. Yönetmenin bu haklı isteğinin nedeni ise erkek meslektaşlarının medyada cinsiyetlerine vurgu yapılmadan değerlendiriliyor olmaları. Dolayısıyla böyle bir çelişkiye neden olduğum için kendisinden özür dileyerek bu yazıya giriş yapmayı uygun buldum.

Eğitimine resim ile başlayıp fotoğrafçılık ile devam eden Ramsay, dünyanın en prestijli film okullarından biri olan The National Film and Television School’da sinematografi ve yönetmenlik eğitimi almasının ardından çektiği kısa filmlerle Cannes dahil olmak üzere birçok festivalden ödülle döndü. İlk uzun metrajı Ratcatcher ile doğduğu yer olan Glasgow’un 1970’lerdeki sefil halini bir çocuğun gözünden anlattıktan üç yıl sonra Morvern Callar’da ana karakterini İskoçya’dan İspanya’ya gönderirken aynı zamanda da bir yönetmen olarak ülkesinin sınırlarına hapsolmayacağının sinyallerini veriyordu. Hollywood tarafından Peter Jackson’a peşkeş çekilen The Lovely Bones uyarlamasına yıllarını harcayan yönetmen, bu sebeple kendisine global ölçekte tanınırlık sağlayan üçüncü filmi We Need To Talk About Kevin için tam dokuz yıl beklemek zorunda kaldı. 70. Cannes Film Festivali’nde Ramsay’e en iyi senaryo ve başrol oyuncusu Joaquin Phoenix’e en iyi erkek oyuncu ödüllerini kazandıracak You Were Never Really Here’ın seyirciyle buluşması için de yine uzun bir zaman geçmesi gerekecekti. Yönetmenin çektiği filmler arasındaki bu uzun soluklu boşlukların kariyeri boyunca yapımcılarla yaşadığı sorunlardan kaynaklandığı bilinen bir gerçek. Son iki filminin de çekim sürecini birer ayda bitiren Ramsay’nin aslında 2015 yapımı feminist western Jane Got A Gun’ı yönetmesi bekleniyordu. Fakat filmin yapımcılarıyla arasındaki anlaşmazlıklardan dolayı projeden vazgeçen yönetmen, sinema dünyasında kişisel vizyonu konusundaki kararlılığı ile tanınıyor. Çektiği dört filmden üçünü aynı isimlerdeki kitaplardan uyarlayan Ramsay, yararlandığı edebi kaynakları görselleştirirken içerik ve formu kendi bakış açısına göre şekillendirmekten asla çekinmiyor. Örneğin edebi versiyonunda aslında Eva’dan eşi Franklin’e gönderilmiş mektuplar aracılığıyla anlatılan We Need To Talk About Kevin, Ramsay’nin kurgu masasında paralel iki zaman çizgisinin hafıza aracılığıyla iç içe geçirilmesiyle yeni bir forma bürünüyor. Yönetmen, You Were Never Really Here’da ise Joaquin Phoenix’in de yardımıyla ana karakter Joe’yu yeniden tasarlayıp bir kez daha filmin senaryosu ile edebi kaynağı arasına mesafe koymakta. Lynne Ramsay sinemasının bütününe baktığımızda belirli bir sebeple toplumdan dışlanmış, kendilerine özgü yaşam biçimleri içerisinde var olmaya çalışan hasarlı ve marjinal karakterlerin hikayelerinin anlatıldığını görmekteyiz. Yönetmen, sinemasal mekanların kurulumu konusunda ise hafızanın kişisel algı üzerindeki dönüştürücü etkisini ön plana çıkararak subjektif bir yaklaşım sergiliyor. Bu bağlamda Ken Loach ve Mike Leigh gibi öncüllerinin sosyal realist sinema dilini içerikte devam ettirirken, kurgusal anlamda avangarda yakın deneysel bir tavır takındığını söylemek mümkün.

Lynne Ramsay’nin ilk uzun metrajı Ratcatcher, seyirciyi bir çocuğun perdeye dolanarak oynadığı oyunun ağır çekim görüntüsüyle karşılar. Sahnenin devamında annesi tarafından çocuğun suratına aniden indirilen tokat ise çocuksu hayal dünyasından sert gerçekler  üzerine kurulmuş yetişkin dünyasına geçişin şiddetini belirtir. Filmin açılış jeneriğine arka plan olan bu sahnenin hemen ardından gelen ölüm de Ramsay’nin yaratmak istediği kontrastın göstergelerinden biridir. Ratcatcher’ın ana karakteri olan James’in asla tamamlanamayacak büyüme yolculuğu temizlik işçilerinin grevi sebebiyle ciddi hijyen sorunları yaşanan, çöküşün eşiğinde bir sosyal çevrede gerçekleşir. Ramsay’nin kariyeri boyunca sürekli olarak ele alacağı yersizyurtsuzlaşma teması ilk filminde de James ve ailesinin yeni bir eve taşınma arzusunda açığa çıkmaktadır. Anne ve çocuklar bu arzuya ulaşabilme konusunda son derece istekliyken partiarki sembolü babanın hali hazırda yaşamakta oldukları evi boyayarak yenileme çabası dikkat çekicidir. James bir otobüs yolculuğu sonunda taşınmaları muhtemel olan evi kırsalda bulur fakat bir yaşam alanı olarak bu ortamın kurulumu henüz tamamlanmamıştır. Camları takılmamış pencereden başlayarak James’in kırsalda koşup oynamasını izlediğimiz sahne bu mekanı bir kaçış-kurtuluş ümidi olarak sembolleştirir. Filmin sonlarına doğru James buraya tekrar gittiğinde ise evi tamamlanmış bulur ama içeri giremez ve umudunu tümüyle kaybeder. Umudun kaybı, evcil faresini balonla aya gönderdiğini zanneden çocuğa bunun mümkün  olamayacağı açıklandığında kesinleşir. James filmin başında işlediği günahı kendi üzerinde tekrarlayarak hayatına son verir. Fakat Ramsay, hikaye boyunca beslendiği kontrasttan film biterken de vazgeçmez. Kanalın dibinde ölmek üzereyken James’in gördüğü son imaj, kırsalda bulduğu eve ailesiyle birlikte taşınma anının hayalidir. Lynne Ramsay, ilk filmi Ratcatcher’da bireyin ve toplumun yaşadıkları mekanla ilişkileri üzerinden çocukluğa, büyümeye ve yetişkinliğin katı ve soğuk gerçekliğinden kaçışın imkansızlığına dair gözlemlerini başarıyla yansıtmaktadır.


Ratcatcher’daki yersizyurtsuzlaşma teması, Ramsay’nin ikinci uzun metrajı Morvern Callar’da daha da belirgin bir hal alır. Morvern, sevgilisinin intiharının ardından evini ve işini arkasında bırakarak en yakın arkadaşıyla birlikte İspanya’ya tatile gider. Bu yolculuk, geçmişin her köşesinde kendini hatırlattığı bir mekandan uzaklaşma refleksi olarak değerlendirilebilir. Fakat Morvern’in bu davranışı yalnızca bir yas erteleme amacı taşımanın ötesinde, hayatın kurulu düzenini aniden değiştirebilecek bir olayın getirdiği özgürlük hissiyle de bağlantılıdır. Bu his doğrultusunda Morvern, İspanya’daki bir otelde yaşadığı turist deneyimini de yetersiz bularak topraklarında yabancı olduğu bu ülkenin otantik bölgelerine doğru yeni bir yolculuğa çıkar. Bu noktada arkadaşı Lana konfor alanının sınırlarına ulaşır ve iki karakterin yolları ayrılır. Morvern ise sürekli sınırlarını zorlayarak ve aştığı sınırların yerine yenilerini koyarak hayatını asla bitmeyecek bir arayışa çevirmek istiyor gibidir. Bu isteğin altında bireyi sınırlayan mekandan tamamen koparak hareketin kendisine dönüşme arzusu olduğu söylenebilir. Bu bağlamda mekan yalnızca fiziksel çevreyi değil sınıfsal, toplumsal ve hatta ulusal kimliği de kapsamaktadır. Lynne Ramsay’nin kariyerinin ilk yıllarında yaptığı ‘’İskoçya’nın yeni kadın yönetmeni olarak anılmak istemiyorum.’’ açıklaması ile birlikte düşünüldüğünde, Morvern Callar otobiyografik bir çehreye bürünür. Ramsay, hem bu filmde yarattığı ana karakterle hem de yönetmenlik kariyeri boyunca kişiliğinin eserlerindeki yansımasından taviz vermeyen tavrıyla kimliğin inşasının sosyal görünüşten ziyade öznellik üzerine kurulu olduğu savını öne sürüyor gibi görünmektedir.

Lynne Ramsay, psikolojik gerilim türünden esintiler sunduğu üçüncü filmi We Need To Talk About Kevin’de, oğlunun sebep olduğu travma sonrası bir annenin kişisel ve sosyal hayatta var olma çabasını anlatır. Film, açık bahçe kapısının önünde hafifçe salınan bir perde görüntüsüyle başlar. Ramsay bu imgeyi bir portal gibi kullanarak perdenin ötesini şimdiki zaman ile, berisini ise travmaya sebep olacak olaydan öncesini kapsayan geçmiş zaman ile eşleştirir. Bu açıdan bakıldığında perde, ayna görevi görmektedir. Çünkü kronolojik olmayan bir kurgu içerisinde geçmişe ve şimdiye uzanan iki zaman çizgisi arasındaki paralelliği çağrışımlar aracılığıyla yansıtan Ramsay, filmin büyük bir bölümünü ikiz imajlar kullanarak oluşturur. Eva’nın anne olmadan önceki aktif sosyal var oluşu domates festivali sahnesiyle görselleştirilirken, oğlunun sebep olduğu şiddet olayının ardından mahkum edildiği izole hayat da cezalandırma amaçlı evine ve arabasına atılan kırmızı boyada karşılık bulur. Eva’nın geçmişteki mesleki tatmini yazdığı kitapların ofisine asılı şık posterlerinde açığa çıkarken, travma sonrası çalışma hayatında düştüğü acınası durum ise seyahat acentesinin duvarlarındaki özensiz ve çirkin reklam afişlerinde yankılanır. Kevin’in bebekliğindeki bitmek bilmeyen ağlama krizlerine karşı huzuru iş makinelerinin gürültüsünde bulan Eva, evinin duvarlarına atılan boyaları temizlerken kullandığı aletin çıkardığı sağır edici ses ile sanki rahatlıyor gibidir. Filmin sonuna yaklaştıkça, Eva’nın hayatını alt üst eden travmanın sebebinin Kevin’in sosyopat bir katile dönüşmesinden ziyade direkt olarak varlığı olduğu anlaşılır. We Need To Talk About Kevin’in seyirciye yönelttiği rahatsız edici soru, ‘çocuğunuz bir cani olsa ne yapardınız?’ değildir. Lynne Ramsay’nin asıl derdi, anne-çocuk ilişkisindeki sevgisizliğin muhtemel nedenleri ve sonuçları ile ilgilidir. Annelik hüviyetinin travmatik yanı ve bunun toplum tarafından nasıl acımasızca cezalandırılabileceği ise bu sonuçlardan en dikkat çekicisidir.

Ramsay, şimdilik son filmi You Were Never Really Here’da ise seyircisini travma sonrası stres bozukluğundan muzdarip eski asker ve FBI ajanı Joe’nun havai fişek ve silah sesleriyle dolu zihnine davet eder. We Need To Talk About Kevin’deki Eva gibi, Joe da geçmişinin mental çatlaklarından sızan korkunç anılarla sürekli bir mücadele halindedir. Ramsay, ani flashback sahneleriyle bu hatıraları karakterinin zihnine batırılan iğneler gibi betimler. Yönetmenin sinemasını değerli kılan en önemli özelliklerden biri olan şiddetin görünmez temsili, bu filmde hiç olmadığı kadar ön plandadır. Şiddet anları, eylemin onaylanmasını veya normalleştirilmesini engellemek adına kadraj dışında kalır. Böylece Ramsay, şiddet eylemi estetize edilmeden sonuçlarının değerlendirilebileceği bir sinema dili  geliştirmiş olur. You Were Never Really Here’ı sıklıkla karşılaştırıldığı Taxi Driver’dan apayrı bir yere koyan diğer önemli ayrıntı ise ana karakterinin hikaye içindeki pozisyonudur. Joe, Travis’in aksine bir kurtarıcı değil Nina gibi başka bir kurban olarak resmedilir çünkü çocukluğunda babasından gördüğü şiddet ile Nina’nın politik bir istismar ağı içerisinde karşılaştığı  şiddetin kaynağı aynıdır. Yönetmen bu sayede Nina’yı, Taxi Driver’daki Iris ya da Léon’daki Mathilda gibi kurtarılmayı bekleyen bir arzu nesnesine dönüştürme hatasına düşmez. Hiçbir zaman orada olmayan şey bu anlatım tarzındaki klişeleşmiş yüksek ahlaklı eril kurtarıcıdır ve kurbanların kurtuluşunu sağlayabilecek tek şey de birbirleri arasında gelişecek bir dayanışma ilişkisidir.

Tek bir cümleyle özetlemek gerekirse Lynne Ramsay sineması, geçmişlerinde yaşadıkları travmaları hafızalarında taşımayı her an sürdüren ve bununla bağlantılı olarak mekandan kopup yersizyurtsuzlaşan öznelerin sinemasıdır. Yönetmenin bir sonraki projesinin ne olacağı her zamanki gibi muğlak olsa da şimdilik ihtimaller dahilinde uzun zamandır üzerinde çalıştığı fakat gerçekleştirmek için bir türlü fırsat bulamadığı uzayda geçen Moby Dick esinli bir bilimkurgu ile iklim değişikliği ve küresel ısınmanın yol açacağı dehşeti konu edinen bir korku filmi var. Bugüne kadar büyüme hikayesinden yol filmine, psikolojik gerilimden film noir’a uzanan geniş yelpazesine bakılırsa Ramsay’nin değişik türleri kendine has duyarlılığı ile yorumlamaya devam edeceğine güvenimiz tam. Yönetmenin takipçileri olarak bizim payımıza düşen ise bir kez daha uzun yıllar boyunca ayrı kalmamayı umut edip, İstanbul’u bir sonraki ziyaret sebebinin yeni filmi olmasını dilemek.

Ziya Aydı 1993, Bursa doğumlu. Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu. Lisansüstü eğitimine Belçika’da devam ediyor. Film izliyor, düşünüyor, eleştiriyor, arada bir de şiir yazıyor.

Bir Cevap Yazın