Park Chan-wook Sineması: İntikam Dolu, Şiddetli ve Kafkavari
Son dönemde farklı sebeplerle yükselişe geçen bir sinema, Güney Kore Sineması. Aldığı yatırımlar, yapılan devlet desteklemeleri parlak yönetmenlerle birleşince 2000 sonrasında ülke sinemasının atılımı kaçınılmaz oldu. Tabi bu duruma gelmek kolay olmamış. 1962 yılında çıkarılan Sinema Filmleri Yasası darbe ile gelmiş askeri yönetim çok sayıda müdahalede bulundu. Film şirketleri sayısı büyük oradan azaldı. Yabancı yatırımcıların sınırılandırıldı. 1963 anayasası ile beraber sansür devreye girdi. 1984 yılında Korean Academy of Film Awards kurulana kadar da bu süreç devam etti. Yaklaşık 20 yıl sinema üzerindeki baskıcı politika üretkenliği büyük ölçüde kısıtladı. 1990 yılında yabancı filmlere uygulanan sınır kalkınca ülke sinemasındaki kısır dönem sona erdi. 1995 yılında ise Kore Film Konseyi’nin kurulmasıyla sinemadaki özgür içeriğe saygı duyulacak politikalar geliştirildi.İki büyük spor organizyonu olan Seul’da gerçekleşen 1988 Olimpiyatları ve 2002 Dünya Kupası ülkedeki kültür çeşitliliğine büyük katkı sağladı. Ülke ekonomisi geliştikçe ülkedeki sinemada gelişti. Fakat ülkedeki sınıfsal ayrım da arttı.
Parazit’in yönetmeni Bong Joon-ho’nun Guardian’a verdiği röportajda “Güney Kore’nin yüzeyden bakıldığında ışıltılı bir ülke olarak görünüyor fakat zenginle fakir arasındaki uçurum artıyor. Özellikle genç kesim büyük bir umutsuzluk içerisinde.”diyor. Güney Kore’nin görünmeyen yüzü çok farklı diye de ekliyor. Fakirlik, işsizlik, mafyalaşma , bozuk aile yapısı, organ kaçakçılığı sayabileceğimiz daha birçok şeyi dönemin filmlerinde görebiliriz. Tıpkı Park Chan-wook sinemasında gördüğümüz gibi.
Üniversitede felsefe okuduğu yıllarda Sogang Film Topluluğu’nu kuran ardından sinema eleştirmeni olmak isteyip birtakım film eleştirisi yazdıktan sonra hayatın bir şekilde savurduğu fakat nadiren de olsa doğru yere savrulan insanlardan biri olan Park Chan-wook. Tabi bu fırsatı da çok doğru değerlendirmesini bilmiş biri. Şu sıralar da Parazit (2019) ile Oscar kazanan Bong Joon-ho ve Kim Ki-duk ile beraber en fazla tanınan Güney Koreli yönetmen demek yanlış olmaz. Park Chan-wook, Oldboy (2003) ile ününü ülke sınırları dışına taşıdı. Filmlerinde genel olarak intikam temasını şiddetle bezeli bir şekilde sunan yönetmen son olarak The Handmaiden (2016) ile iki kadını hikayenin merkezine koyan bir intikam hikayesi işledi.
İntikam Sineması
“Filmleriniz şiddet içerikli. Siz de öyle misiniz? Pek öyle bir deneyimim olmadı. Hatta tam tersiyim. Çoçukluğum hariç. Sadece bir kere fiziksel olarak kavga ettim. Hayatı boyunca öfkemi ve nefretimi baskı altında tuttum hep. Belki de bu yüzden filmlerde böyle şeyler göstermek istiyorum. Bunun canlılık veren bir yanı var, bilirsiniz.” Katıldığı bir söyleşide şiddetle direkt bir kan bağı olması da içten içe filmleri iç dünyasını yansıtıyor diye yorumlayabiliriz.
2000 yılında çekmiş olduğu Joint Security Area (JSA) filminden önce 2 uzun metrajı bulunan fakat ülkesindeki ilk çıkışı Kuzey ve Güney Kore sınırında yer alan askeri üstte geçen bir olaya odaklanan Joint Security Area ile yapan yönetmen burada hem prestij olarak yükselişe geçmiş hem de burada kazandığı bütçe ile gelir kaygısını aşmıştı.
Yönetmenin Mihenk Taşı: İntikam Üçlemesi (Vengeance Trilogy)
JSA’nın ardından Park Chan-wook adıyla özdeşleşen İntikam Üçlemesi’nin (Vengeance Trilogy) ilk ayağı olan Sympathy for Mr. Vengeance (2002) filminde böbrek nakline ihtiyacı olan kız kardeşi için eski patronun yakın arkadaşının çocuğunu kaçıran Ryu adlı bir adamın hikayesine odaklanır. Ryu gitgide işin içinden çıkılmaz durumu şiddet ile çözmeyi dener. Üçlemenin 2. filmi yazının başında da belirttiğimiz gibi yönetmenin de adını duyurduğu film olarak bilinir. Filmde sebepsiz yere kaçırılan ve bir yerde 15 yıl boyunca hapis tutulan Oh Dae-su’nun salıverilmesinden sonraki intikam arayışına tanıklık ederiz. Oldboy akılda kalıcı sahneleri mevcuttur. Başrol Min-sik Choi vejetaryen olmasına rağmen ahtapotu iddialı bir şekilde yemesi ve yine başrolün uzun süren ve bir koridorda geçen dövüş sahnesi bu akılda kalıca sahnelerden birkaçıdır. Üçlemenin son filmi ise Oldboy’dan tam 2 sene sonra vizyona giren Sympathy for Lady Vengeance (2005)dir. Filmin başından itibaren haksız yere hapis yatan Geum-ja Lee hapishane yıllarında etrafındaki mahkumlara iyilikler yapan hapishaneden çıktıktan sonraki adalet arayışına o iyilikleri yaptığı mahkumları ortak eder.
Özellikle İntikam Üçlemesi’nde yönetmenin Kafka’dan etkilendiğini görürüz. –Zaten yönetmen genel tarz olarak Kafka’dan epey etkilendiğini dile getirmiştir.- Kapana kısılmışlık, boş yere çabalamak ve umutsuzluk yönetmenin sinemasına hakimdir. Ne yaparsanız yapın olan olmuştur ve kötü bir sona doğru gidiş engellenemez. Bu üçlemenin ilk filmindeki Ryu’nun başına gelenle aynı durumdur. Ryu sürekli çabalar ama bataklığın ortasında gibidir. Hareket ettikçe daha çok dibe çekilir. Oldboy (2003) filminde ise Oh Dae-su sebepsiz yere hapishanede yatar. Tıpkı Franz Kafka’nın meşhur romanı Dava’nın ana karakteri Joseph K. gibi. İkisi de neden hapis yattığını bilmez.
Bu üç film üçleme olarak lanse edilse de ilk ikisini çektikten sonra filmlerdeki intikam teması zamanla bir üçlemenin yolunu açmıştır. Yönetmenin aklında hiçbir şekilde bir üçleme yokmuş. Zaten filmlerinde karakter olarak herhangi bir benzerlik veya üçlemedeki filmler arasında herhangi bir devamlılık yok. Tek ortak noktalar Sympathy for Mr. Vengeance (2002) derenin kenarındaki aklını kaybetmiş adamla ve Oldboy’da filmin başındaki karakter aynı oyuncu. Aynı şekilde Oldboy’un başrol oyuncu ile Sympathy of Lady Vengeance’deki ana karakterin öğretmeni aynı oyuncu.
Bir Robot ve Bir Vampir
Bu kadar hareketli ve şiddet içerikli filmler çektikten sonra yönetmen tarzından büyük oranda ödün verip I’m Cyborg, But That’s OK (2006) gibi romantik komedi türünde film çekti. Bir nevi geçiş dönemi filmi denebilir. Film birbirinden absürd karakterler barındırır. Ana karakterimiz bir robottur. Aşk yaşadığı kişi ise insanların eşyalarını ve daha da ilginci yeteneklerini çalabilen bir adamdır. Robotumuz Cha Young-goon’un anneannesi de kendisini fare sanan ve fare gibi yaşayan biridir. Bu denli ilginç karakterlerin olduğu filmde tuhaflıklara rastlamamız olanaksız. I’m Cyborg, But That’s OK’un yönetmen için yapımcılığını yaptığı ilk film olarak tarihe geçmesi de kaçınılmaz. Bu filmden sonra gelen Thirst (2009) de ise özüne dönüşün sinyallerini vermektedir. Uzak doğu sinemasında görmeye fazla alışık olmadığımız bir alt tür olan vampir temalı bir film seçmiştir yönetmen. Başrolde Song Kang-ho bir rahibi canlandırır. Çiçek benzeri bir hastalığın bir tedavisi bulmak amaçlı yapılan bir deneyde başroldeki Rahip Sang-hyun bu deneyden sağ çıkan tek kişidir. Tek sorun ise rahibin artık bir vampir olmasıdır. Türkçe adı Kan Arzusu olan filmde ise bu andan itibaren rahibin kana olan arzusunu dizginleyip dizginleyemediği tanıklık ederiz.
Üslup ve İçerik Olarak Hollywood Sinemasına Bir Bakış: Stoker
Stoker; yönetmenin Amerika sınırları içerisinde çektiği ve hiçbir oyuncunun da kendi ülke vatandaşı olmadığı ilk ve şu an için tek film olarak dikkatleri çekiyor. Babasının ölmesiyle beraber gizemli amcasıyla tanışan India’nın amcası ile olan esrarengiz ilişkisini anlatıyor. İçerisinde kan, şiddet ve bir çeşit intikam duygusu barındırmasına rağmen yönetmenin filmografisinde en Park Chan-wook olmayan film diyebiliriz. Zaten senaryosunun yazımında yer almadığı tek filmi de Stoker’dır. Stoker klasik bir Hollywood işi senaryo ve kurguya sahip. Sicilinde İntikam Üçlemesi olan bir yönetmen için sıradan denebilecek bir gidişat içeriyor.
Son olarak The Handmaiden (2016) ile seyircinin karşısına çıkan yönetmen kendi ülke topraklarına daha doğrusu Uzak Doğu kültürüne dönüş yapıyor. Bir hanımefendinin servetine göz dikmiş bir dolandırıcı tarafından tutulan bir hizmetçi ile o hanımefendi arasında gelişen diyalogun ve ardından gelişen yakınlaşmayı konu alıyor. Uzak Doğu kültürünün sağladığı estetiğin vermiş olduğu stilize duygu seyirciye “Yönetmen iyi ki topraklarına dönmüş.” dedirtiyor. Stilin içerikten daha önde olduğu bir film The Handmaiden’da intikam yine söz konusu fakat biraz daha geride kalıyor . Seksin ve arzunun estetik halini ilk defa bir filminde bu kadar yalın ve şehvetli çiziyor yönetmen. İlk defa bir filminin prodüksüyonuna bu kadar emek harcıyor.
Filmlerinin senaristi kendi olmasına rağmen ya bir manga uyarlamasıdır ya da bir kitaptan uyarlanmıştır. Yönetmen özellikle filmlerini ekrana adapte ediliş sürecinde yer alır. Park Chan-wook kendi stilini yaratmayı başarmış yönetmenlerdendir. Bu yüzden Dünya sinemasında kendini ispatlamış ve orada yer edinmiştir. İntikam üçlemesi hariç hep farklı tür/alt türlerde film çeken yönetmenin bundan sonraki 3 filminin detayları tam net olmasa da en azından Second Born adında bir bilim kurgu, The Ax adında komedi ve suç, The Brigands of Rattlecreek adında bir western olduğunu biliyoruz. Yönetmenin farklı türlerde film çekme gayreti daha bir süre devam edeceğe benziyor. Kendi tarzını bu türlere ne kadar yansıtacağını bekleyip göreceğiz.
Etiketler:
franz kafka handmaiden intikam sineması intikam üçlemesi oldboy park chan-wook stoker vengeance trilogy