Ana Sayfa Vizyon Roma (2018): Otomobillerin Arasında Kalan İki Kadının Hikâyesi

Roma (2018): Otomobillerin Arasında Kalan İki Kadının Hikâyesi

Roma (2018): Otomobillerin Arasında Kalan İki Kadının Hikâyesi 9.5
0

Avlunun yıkanmasıyla başlıyor Roma. Önce sesler duyuluyor. Süpürge ve su sesi… Ardından yavaş yavaş sular kadraja girmeye başlıyor. Suyun görünürdeki kuvveti arttıkça bulanıklık ve karmaşa kendine yer buluyor. Su durulmaya başlayınca ise görüntü netleşiyor. Gökyüzünü, uçakları, evleri görmeye başlıyoruz. Alfonso Cuaron, açılış sekansı ile birçok şeyi müjdeliyor. Su yoğunlaştıkça veya sorunlar arttıkça görünürlük kayboluyor ama sonrasında su kuvvetini yitirmeye, yerini durgunluğa bırakınca kenetlenmeyi ve bütün olmayı gözler önüne seriyor.

Venedik Film Festivali’nden Altın Aslan ödülünü kucaklayan Roma, ülkemizde önce Filmekimi kapsamında gösterildikten sonra 14 Aralık 2018 tarihinde tüm dünya ile aynı anda hem Netflix’te hem de sinema salonlarında kendine yer buldu. Film, dijital ekranlarda mı yoksa beyazperdede mi izlenmeli tartışmaları süredursun biz filmin hissettirdiklerine, hatırlattıklarına bakaduralım.

Alfonso Cuaron, birlikte birçok kez çalıştığı görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki ile takvimi uyuşmayınca Roma’nın görüntü yönetmenliğini de üstleniyor. Kameranın başına geçen Alfonso Cuaron, ağırlıkta olarak geniş plan ve bolca pan hareketi kullanarak hikâyesini aktarmayı tercih ediyor. Kullandığı çekim dili sayesinde kadrajına sadece anlattığı iki kadını değil Mexico City’nin bir semti olan Roma’yı da dahil ediyor ve onun da hikayesini anlatmaya başlıyor. Roma’a yağan yağmuru, oluşan depremi, çıkan yangını, başlatılan siyasi eylemi hikâye ile paralel bir şekilde seyirciye aktarıyor. Geniş plandan yakın plana geçiş anları ise karakterlerle özdeşim kurmamızı istediği anlarda bunu yapıyor.

Yazı buradan itibaren sürpriz bozanlar içerir.


1970’li yıllarda Mexico City’de yaşayan bir ailenin ve onların hizmetçilerinin hayatlarına dahil oluyoruz. Cuaron’un da dile getirdiği gibi otobiyografik bir hikaye izliyoruz. Yönetmenin en kişisel filminde Cleo (Yalitza Aparicio) ve Sofia (Marina de Tavira) karakterlerine odaklanıyoruz. Cleo, evin hizmetçisi hem evin işlerine bakıyor hem de çocuklarla yakından ilişki kuruyor. Aileden sayılabilecek kadar yakın ama bir o kadar da gözle görülemeyecek kadar uzak. Çocuklar, Cleo ile birlikte televizyon izlemek isterler ama Cleo’nun evin babasına çay doldurması gerekir. Evin en büyüğü anneanne, kendi kızından ayırmaksızın en zor anında onu hastaneye yetiştirir ama hasta kabul kısmında Cleo hakkındaki en ufak bilgilere dahi cevap veremez. Cleo’nun aile ile olan uzak/yakın ilişkisi hep kendini gösterir. Hayatını bu evin içerisinde ve evin fertleri ile geçirse de kendine ait bambaşka bir hayatı da vardır. Bu eşzamanlı hayatta, Cleo’nun Fermin ile birlikteliği vardır. Cleo, Fermin’den hamile kalır. Bunu Fermin ile paylaştıktan sonra bütün yük Cleo’nun omuzlarında kalır. Cleo artık doğmasını istemediği bir bebeğe hamiledir. Hayatına son vermek istediği bir varlığın itirafını başka varlıkları kurtarırken dile getirir. Ev halkıyla birlikte gittikleri tatilde çocuklar boğulma tehlikesi atlatır. Bu kurtarma anından sonra Cleo ve ev halkının artık bir bütün olduğunu, bir aile olduğunu düşünürüz ama bu düşünce fazla uzun sürmez. Tatil sona erip evlerine döndüklerinde Cleo, yine hizmetçi statüsüne geri döner, bütün işlerini bitirdikten sonra evin dışında olan kendi odasına çekilir. Yoğun su birikintisi kuruduktan sonra geriye hiçbir şey bırakmamış olur böylece.  Bütün yükü sırtlayan kadın mücadelesini bir de Sofia’dan izleriz. Evin annesi konumunda olan Sofia’nın avluya sığmayan otomobillerle sorunu vardır. Bir görünüp bir kaybolan baba, evin avlusuna arabasına yerleştirmekte zorlandığı gibi aile içerisine de kendini zor yerleştirir. Tüm bunlara rağmen Sofia, aynı arabayı çarpa çarpa avluya yerleştirmeye çalışır sanki her şeyi yoluna koymaya çalışırmış gibi. Ne zaman babanın yokluğunu kabul eder o zaman avluya sığabilecek büyüklükte bir araba alır. İki kadının ortak mücadelesini Roma’nın yollarında tanıklık ederiz. Trafik akarken Cleo ve Sofia, otomobilin içerisinde iki ayrı otomobilin arasında sıkışa kalırlar. Erkeklerin yokluğunda baş başa kalan iki kadının bu mücadelesini en net gördüğümüz sahne olur.

Cuaron’un otobiyografik hikayesi gibi gözüken Roma, farklı çözümlemelere ve okumalara oldukça açık aslında. Toplumun en küçük yapımı birimini olan aileyi ele almasıyla… İki kadının hayatla ve psikolojik anlamda “iktidar” diye nitelendirebileceğimiz baba figürüne karşı verdiği mücadeleyle… Corpus Christi katliamı, küçük çocuğun askere su balonu atması ve askerin onu vurması veya anneannenin eyleme tanık olduğunda “yine onları dövmezler umarım” demesiyle…  Sosyolojik, psikolojik, feminist ve siyasi okumalara oldukça elverişli olmasıyla bir yerden sonra Cuaron’un anıları olmaktan çıkıyor ve yaşadığımız toplumdan parçalar, kendimize ait anılar görmeye başlar ve böylelikle hepimizin hikâyesi olur Roma.

Hikâye ile eş zamanlı olarak Roma’da doğa olaylarına tanık oluruz. Yaşanan sorunlar büyüdükçe gerçekleşen doğa olayları da şiddetini arttırır. Cleo ve Sofia’nın hayatında yer alan erkeklerin yok oluşundan sonra Roma’ya yağmur yağmaya başlar. Cleo, hamile olduğunu öğrenince deprem olur. Yağmur ve deprem, karakterlerin iç huzursuzluğunun artmasıyla kendini yangına dönüştürür. Bu yangın ise dile gelip bir eylem sahnesine dönüşür. Tüm bu felaketlerin Cleo üzerinden yürümesinden dolayı Cuaron için Cleo, hatırlatma kaynağı görevi görür.

Roma, bıraktığı hisle, sinematografisiyle, Yalitza Aparicio’nun performansıyla ve daha nice unsurlarıyla kendi adıma sadece 2018 yılının değil 21. yüzyılın en iyi filmlerinden biri olmayı başarıyor.

Puanlama

9.5

9.5
Kullanıcı Oyu: ( 3 oylar ) 8.5

Oğuzhan Durmuş 1994 yılında Kocaeli Gölcük'te doğdu. Sinemaya olan ilgisini durduramayıp Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinde Radyo, Televizyon ve Sinema okumaya başladı ve hala da okumaya devam ediyor. İleride kendi çekeceği filmlerin hayaliyle de yaşamaya devam ediyor.

Bir Cevap Yazın