Ana Sayfa Bir Kadın Bir Auteur Pelin Esmer Sineması: Duran, Kuşa Bakan, Onu Hisseden Bir Kadın

Pelin Esmer Sineması: Duran, Kuşa Bakan, Onu Hisseden Bir Kadın

Pelin Esmer Sineması: Duran, Kuşa Bakan, Onu Hisseden Bir Kadın
0

‘’Kuş ölür, sen uçuşu hatırla.’’

   FÜRUĞ FERRUHZAD

Hayat  üç-beş temel hikâyeyle çevrelenmiş bir süreçtir diye düşünürüm hep. Bizlerin yaşadıkları ise bu hikâyelerin bir tür çeşitlemesidir. Hayat döngüsünün bu ana çerçevesindeki tüm sorulara kendi izdüşümlerimizle cevap veririz. Sokakta yürüyen bir adamda, intihar eden bir roman kahramanında, sahnede aşkı anlatan bir tiyatro oyuncusunda ya da ayrılık üzerine bestelenmiş bir şarkı sözünde bu çeşitlemelerdir gördüğümüz.

Sanat; hayatın bu döngüsel çizgisini aşmak kırmak ya da yok etmekten ziyade o döngünün içerisinde kendini var edebilmek, kendi farkındalığını yakalamaktır. Aslında bir bakıma -kendimizin farkına varmaktır.- O nedenle, belki fantastik bir sinema filmi izledikten sonra salonu terk ederken izlediğimiz şeyin gerçekliği üzerine düşünmeyiz çoğu kez. Çünkü biz salondayken senaristin gerçeği yaratma marifetine teslim olur , o döngünün içinde kendimize kurgusal bir yer açar ve farkında olmadan ortalama birkaç saat oraya yerleşiriz. Yani sanat bizi yargılamaz, ders vermez ya da bize bunun metnini sunmaz. Bana göre sanatsal tüm oluşumlar insana varıştan çok yolculuğu önemsetir.
 
Peki bu temel yaşam hikâyelerine bir kadın algısıyla bakmak, kadın ruhuyla hikâyeler yaratmak? Pelin Esmer;  insanı okuyabilen güçlü bir insan, kadın, senarist ve yönetmen olarak bu soruya net cevap verebilenlerden. Kalemi kadar kamerayla da yazabilen; edebiyat, sosyoloji, müzik gibi temel disiplinleri çeşnileyip filmlerinde onların kendi yerlerini bulmalarını sağlayan başarılı bir kimlik…


Peki kimdir Pelin Esmer? Sanatını ve sinemasını yaratma sürecinde nelerden beslenir? Filmleri, kahramanları ve hikâyelerini yaratan sürecin temel bileşenleri nedir? Bunun üzerine çok şey söylenebilir kuşkusuz. Ama ben, beni sarsan ve kadrajımı o noktaya yöneltmemi sağlayan birkaç ana çizgiden bahsetmek istiyorum:
 
Filmografisine göz gezdirildiğinde filmlerinin özellikle baş kahramanlarının kendilerine güvenli alanlar yaratan, ama zaman zaman sosyal gerçeklikle yüzleşmek durumunda kalan insanlar olduğunu görüyoruz. 11’e 10 Kala’da ‘’Mithat’’, Gözetleme Kulesi’nde ‘’ Nihat’’ ve İşe Yarar Bir Şey’de ‘’Şair Leyla’’nın yalıtılmış mekânlarda yaşama karşı geliştirdikleri savunma mekanizmalarının izleklerini net olarak görmemiz mümkün. Bu kahramanların büyük hayata giremeyen insanlar olduğunu gözlemlediğimiz halde Pelin Esmer’in aynı zamanda bu emniyetli alanlardan heyecan duymadığını da fark edebiliyoruz. Çünkü stabil alanlar hikâye yaratabilmek duygusunu sığlaştırırken; yaşamdaki iyi-kötü, güvenli-güvensiz, melek-şeytan gibi birçok paradoksun yönetmeni yazmak konusunda kışkırttığını hissedebiliyoruz. Hiç kuşkusuz, insanın yaşamını dengede tutabilmek adına bir çelişkisizlik talebi vardır, hatta çoğu zaman bunun savaşını verir. Lakin güvenli alandan çıkan insan dış dünyayla bağlantısını kurduğu sürece yaşama dair gerekli bağışıklığı kazanabilecek; böylece denge-dengesizlik-denge üçlemesi kendini gerçekleştirecektir. İşte yönetmenimizin güvenli alan-sosyal gerçek  bağlamında karakterlerine geçiş alanı yaratarak, bu gidiş gelişlerle sanatını bereketli noktaya taşıdığı su götürmez bir gerçek.
 
Pelin Esmer filmlerinde dikkat çeken bir diğer unsur, mekan-ses-ışık birleşkesidir. Sanat filmlerinde oldukça önemsenen ve çoğu zaman cümleleri olmayan kahramanlara cümleler vaad eden bu efektler Pelin Esmer’de başarıyla vücut buluyor. Koleksiyoner Mithat Bey’in 1950’lerden kalma gazetesinin hışırtılarını duyduğunuzda kendini o zamana ait hissetmeyen bir adamın farkına varıyorsunuz.  Öte yandan doğum sancısı çeken Seher’in diş sıkışlarında, kimseler duymasın diye atamadığı çığlıklarında varoluşsal karmaşalarına şahit oluyorsunuz. Kahramanlar kendilerini izole ettikleri alanlardan sizlere bakarken sizler de mekana ve seslere kayıtsız kalamıyorsunuz. Öyle ki bir söyleşisinde kendisi de mekânın ve sesin ruhundaki fiziksel etkisine vurgu yaparken şu cümleyi kuruyor: ‘’Bir mekân üzerine bir karakter hayal edebilirim.’’
 
Ses ve görüntü noktasında yönetmenin bakış açısı oldukça farklı. Filmlerinde bazen sadece sesiyle var olan kahramanları görüyoruz çünkü. Gözetleme Kulesi‘nde Nihat’ın sadece telsizle anlaştığı ve filme yalnız bu şekilde sesiyle dahil olan kahraman gibi… Bunu bir roman okumak ya da o romanın filmini izlemeye benzetebiliriz belki. Romanı okuduğumuzda hayal dünyamız oldukça hareketlidir, fakat film izlerken bize sunulanı kabul ederiz. Pelin Esmer suretini göremediğimiz seslerle bizi hayal dünyamızla baş başa bırakıp, hazır hislerle donatmıyor. Yaratıcılığına bizi de davet ederken, yaratma sürecinde izleyicisiyle el ele tutuşuyor.


Filmlerinde en sade anlatımla en başarılı öykülemeleri görmek mümkün.  Gürültüsüz ve derin diyaloglar; dün-şu an ve yarın-ı bir iple bağlayıp o ipin üzerinde yürüme cesareti gösteren kahramanlarıyla; hızlı tüketen bir dünya içerinde bize ‘’pause’’ tuşunu bulabilenleri gösteriyor. Bunu yaparken de elimizi uzatsak dokunabileceğimiz kadar sahici, çok sahici karakterlere yer veriyor. Gözetleme Kulesi’nde Nihat ve Seher’in hikayesini birleştiren yönetmen; taşradan, küçük dünyasından büyük umutlarla uzaklaşan bir kadın figürünün üçüncü sayfa haberine dönüşecek yolculuğunu kendi elleriyle hayatını karartan bir adamla birleştiriyor. Büyük acılar ve travmatik deneyimlerin insanın öz yaşam öyküsündeki yerini sorgulatan filmde Gözetleme Kulesi; insanlardan kaçıp kendi varoluşsal sancılarıyla boğuşan iki kahramanın sessiz mekânı olarak kayıtlara geçiyor. Aynı şekilde Koleksiyoner Mithat Bey’in;  geçmişi, ‘’an’’ları, eşyaları biriktirme obsesyonuna, bu duygunun onu esir alışına şahit oluyoruz. Uzun yıllardır aradığı ansiklopedinin 11. cildini bulma yolculuğu ve bu yolculukta kaybettiği diğer 10 cilt bize şunu fısıldıyor: Başaramıyoruz parçaların hepsini elimizde tutmayı, birini elde ettiğimizde bir de bakıyoruz ki başka şeyleri , başka birilerini çoktan kaybediyoruz.

İşe Yarar Bir Şey’i izlerken  Şair Leyla’nın 16 saat süren bir tren yolculuğuyla bir gidişin umut dolu naifliğine şahit oluyorsunuz. Pelin Esmer verdiği kısa röportajda şiir gibi bir film yapma gayesini şöyle dile getiriyor: ’’Şiirin başı bozuk hâline, yan yana gelmez kelimeleri yan yana getirme özgürlüğüne, anlamasan da olur sen hissettiğine bak tavrına özenip bu filme kalkıştım biraz da. Şiir yazamıyorum bari filmi şiire benzetelim dedim. Şiirin üzerimizde bıraktığı o tanımlaması zor etkiyi sinemadan çıkan insanın üzerinde deneme arzusu biraz.‘’


Pelin Esmer, Türk ve yabancı yapım belgesel, uzun metraj sinema reklam filmlerinde  yönetmen yardımcılığı yapmış ilk uzun metraj kurmaca filmi olan 11’e 10 Kala ile aralarında Adana Altın Koza ‘’En İyi Film’’ ve ’’En İyi Senaryo’’ ödüllerinin de bulunduğu pek çok ulusal ve uluslararası ödül almıştır. İkinci uzun metraj filmi  Gözetleme Kulesi ile ‘’En İyi Yönetmen’’ dahil beş ödül alan film birçok ülkede vizyona girme şansını yakalamıştır. Senaryosunu Barış Bıçakçı ile birlikte kaleme aldığı İşe Yarar Bir Şey adlı son filmi çeşitli festivallerden birçok ödülle dönmüştür. Niceliğinden çok niteliğiyle konuşabileceğimiz eserleriyle Pelin Esmer, beyaz perdenin son dönemde kendini zirveye taşıma yolunda hızla ilerleten kadın senarist ve yönetmenlerinden biridir.
 
11’e 10 Kala filminin mezar taşı okuma sahnesinin çıkarılmış bölümü, Acemce bir şiir:

‘’Babam cennetten buğday çalmış
Eğer ben cennete düşersem
Bütün cenneti çalarım.’’
 
Pelin Esmer’in büyülü dünyasına misafir olmanız temennisiyle…

Bir Cevap Yazın