Ana Sayfa Yönetmen Sineması Raging Bull (1980): Kaybeden Bir Şampiyon

Raging Bull (1980): Kaybeden Bir Şampiyon

Raging Bull (1980): Kaybeden Bir Şampiyon 8.2
0

Pharisees gözleri görmeyen adamı 2. kez çağırdı ve şöyle dedi: “Tanrı önünde gerçeği söyle. Bu adamın günahkar olduğunu biliyoruz.” Gözleri görmeyen adam: “Tek bildiğim şu bir zamanlar gözlerim kördü. Ama artık görebiliyorum” Raging Bull filminin sonunda İncil’den alıntılanan bu söz Scorsese’nin her şeyi görmesine ve anlamasına yardımcı olan hocasına ithaf ettiği bir söz olarak kayıtlara geçer. Bu sözün özellikle Raging Bull’un sonunda yazılmasını farklı bir anlam içerisinde de yorumlamak mümkün. 1980’li yılların sonu Taxi Driver (1976) ve  Mean Streets (1973) gibi hatrı sayılır filmler çekmiş Martin Scorsese’in hayatında uyuşturucuyla mücadele ettiği zamanlar olarak yer edinir. Bu bağımlılığından da kurtarılmasını sağlayan en önemli etken Robert De Niro’nun onu Raging Bull’u çekmesini zorlaması olarak söylenir. Raging Bull bu yüzden onun için bir çıkış kapısı niteliğindedir. Scorsese bu çıkış kapısından çıkmıştır ve artık görebiliyordur…

Filmin açılışı Scorsese’in sinemaya geri dönüşü gibi temkinli, sakin ve gösterişli… Bir ring üzerinde yumruklarını sallayan bir boksör ona eşlik eden açılışla şaşırtıcı derecede uyumlu bir müzik olan Pietro Mascagni’nin Cavalleria Rusticana Intermezzo’su. Ring üzerinde dans eder gibi yumruklarını sallayan da Jake LaMotta… Boks sporu Scorsese için bilinmeyen sular desek yanlış olmaz. Hayatı herhangi bir şekilde boks ile kesişmemiş biri.- Zaten ona bu teklifi sunan Robert De Niro idi.- Konuya hiç hakim olmamasına rağmen bu işe kalkışan Scorsese ilk olarak “Fighting for Life: The Story of Jake LaMotta” kitabından yararlanıyor. Sonra Taxi Driver’ı senaryosunu yazan Paul Schrader’i bir yanına Mean Streets, New York New York filmlerinin senaryosunu birlikte yazdığı Mardik Martin’i diğer yanına alarak yola çıkıyor.


Üstte bahsettiğimiz o yumuşak açılıştan sonra film Jake LaMotta’nın boks hayatına ani bir giriş yapıyor. Kendimizi ringin tam ortasında buluyoruz. Scorsese filmin geneline yayılan boks sahnelerinde kamerayı 3. boksörün gözü olarak kullanıyor. Başarısız bir maçın ardından başarıya aç bir boksörün kişisel hayatına tanıklık ediyoruz. Boks kariyeriyle beraber ilişkileriyle, öfkesiyle gündeme gelen bir isim olarak tanınmış LaMotta. Ringdeki kendini gösterme çabası gündelik hayatının her alanına sirayet ediyor. Kendini gösterme çabası çoğu zaman yerini kendini ispat etme gerekliliğine bırakıyor. Bir sahnede kardeşi Joey’den ona yumruk atmasını istemesi ve “bana yumruk işlemez.” demenin bir başka yolu olarak düşünülebilir. Her zaman en fazla ilgi gösterilene odaklanıyor. Güzelliği ile dikkatleri üzerine çekmeyi başaran Vickie de bu kıstasta LaMotta’nın radarına giriyor. Vickie’den etkileniyor belki ama en temelde Vickie’ye ilgi duyma sebebi Vickie’nin kendi sosyal çevresinde en popüler kadın olması. Vickie ile beraber olması Jake LaMotta’nın ringde değil de sosyal olarak kendini ispat etme ve statüsünü yükseltmesi için bir fırsat olarak düşündüğü şeklinde yorumlanabilir.

Başarısız olduğu anlarda Jake LaMotta her zaman bir günah keçisi arıyor. Filme adını veren o öfkesinden her zaman etrafındakilere bir pay düşüyor. Kardeşi Joey ile arası bu kontrolsüz öfkesinden ötürü bozuluyor. Etrafındakilerle kolay kolay geçinemediğini görüyoruz. Bu öfke sözlü olmanın çok ötesine geçip çoğu zaman fiziksel şiddet boyutuna ulaşıyor. Raging Bull bir yükseliş ve düşüş hikayesi. Dünyaca ünlü boksör Sugar Ray Robinson ile kariyerinde 6 maç yapıp sadece bir tanesinden galip ayrılmasına rağmen LaMotta magazinsel olarak daha çok malzemesi (şike yapılan maç, ilişkileri, öfkesi) ve sansasyonel bir hayatı olmasından ötürü daha çok göz önündeydi. Yükseliş hikayesini yani kariyerinin zirvesini Sugar Ray Robinson’a karşı aldığı bir galibiyetle yapıyor. O galibiyet Jake LaMotta’yı orta siklet boks şampiyonu olmasını sağlıyor. Bu şampiyonluktan sonra kendini gösterme güdüsünün altında özgüven ve güven sorunu olan LaMotta imajını daha çok çiziyor Scorsese. Karısı olan Vickie’yi sebepsiz yere herkesten kıskanıyor. Bu kıskançlık kardeşiyle olan ilişkisini etkiliyor. Bir süre sonra film bir zaman atlaması yapıp LaMotta’nın boksu bıraktığı bir bar açıp içinde stand-up gösterileri yaptığı zamana geçiyor.  Burada Scorsese, belgeselvari bir üsluba yöneliyor. Tıpkı filmin başında kısa süreliğine yaptığı gibi. Yükselen bir kariyer bir hiç yaşanmamış bir anı olarak kalıyor. Paraya sıkıştığı noktada kazandığı kemeri satması size LaMotta’nın geldiği noktayı güzelce özetleyebilir.


Film 1980 yapımı olmasına rağmen Scorsese’nin siyah beyaz bir film tercih ettiğini görüyoruz. LaMotta’nın “Hayatımın geçen kısmına baktığımda hep gözüme siyah beyaz sahneler geliyor.” sözü bu tercihi açıklayabilir. Scorsese, Raging Bull’un genelinde yaptığı başka tercihler de hissediliyor. Siyah beyaz kullanımı gibi slow motion tekniğinin kullanıldığı sahnelerde filmde oldukça önemli bir yer tutuyor. Bu sahnelerdeki slow motion tekniği hiç sırıtmıyor. Bu durum sahnelerinin ne kadar özenli seçildiğini gösteriyor. Kurguda ise Martin Scorsese’nin 1967 yılında çektiği I Call First’de beraber çalıştığı Thelma Schoonmaker harikalar yaratıyor. Özellikle boks sahnelerinde sahne geçişlerindeki kurgular ders niteliğinde. Schoonmaker’ın kendini Scorsese’ye tamamen ispatladığı film olarak Raging Bull’u gösterebiliriz. Bu ikili bu filmden sonra hiç ayrılmıyor. Ayrıca Schoonmaker’ı Akademi de “En İyi Kurgu” ödülü ile ödüllendiriyor. Robert De Niro da o sene “En İyi Erkek Oyuncu” ödülüne layık görülüyor.

Raging Bull birçok açıdan önemli bir yapım. Ama Scorsese gibi bir sinemacıya sinemaya dönmesine önayak olduğu ayrı bir önem taşıyor. Buna ek olarak bir sporcunun tüm yaşamını artısı ve eksisi ile irdelemesi açısından da kıymetli.

Puanlama

8.2

8.2
Kullanıcı Oyu: ( 3 oylar ) 8

Bir Cevap Yazın