Taxi Driver (1976): Topluma Karşı, Toplum İçin
Scorsese’nin yönetmenlik dehasının yanı sıra, sinema tarihi, gelmiş geçmiş en derinlikli film karakterlerinden biri olan Travis Bickle’ı, Paul Schrader’ın usta kalemine borçlu. Elbette 1976 yılı için Schrader’a usta sıfatını vermek cömertçe bir tasarruf olurdu. Taxi Driver için kolları sıvadığında henüz 26 yaşında sinefil bir sinema eleştirmeni olan Schrader, filmin 1976 yılındaki Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’ye ulaşmasıyla kabuğundan görkemli bir gürültüyle çıktı. Kabuğundan çıktı diyorum, çünkü Taxi Driver aslında Schrader’ın psikolojik bunalımının bir dışa vurumuydu. Eşinden ayrıldığı, Amerikan film sektöründe tutunamadığı ve borca battığı bir dönemde, depresyonuyla Los Angeles dolaylarında sebepsizce direksiyon sallayarak, hatta zaman zaman arabasında uyuyarak ve tıpkı Travis gibi porno filmlerle vakit öldürerek baş etmeye çalıştığını söyler. Sonradan, röportajlarında Travis Bickle’ın aslında kendisi olduğunu, taksi şöförlüğünü nasıl da bir kapana kısılmış yalnızlığın metaforu olarak tasarladığını ve bu yaratım sürecinin kendisi için bir terapi işlevi gördüğünü anlatır. Böylelikle bitimsiz bir iyileşme arzusu duyan Travis karakterinin içinde Schrader’ın iç dünyasının sayıklamalarına rast geliriz.
Scorsese, bir taksi içinde Travis’i New York’un arka sokaklarında, ışıltılı ve kalabalık caddelerinde dolaştırır durur. Kamera, şöför koltuğundaki Travis’e göre hizalanır, bu, seyirciyi Travis’in taksinin arka aynasından dikizlediği müşterilerin kirli ilişkilerine ve ön camlarından gördüğü gece hayatının ürkütücü keşmekeşine tanık olmaya bir davettir. Travis’i taksi şöförlüğüne iten yalnızlığı ve huzursuzluğuna şimdi bu tedirgin edici deneyimlerin birikimiyle birlikte toplumsallaşan bir anlam arayışı eklenecektir. Travis’in dönüşümü, sonradan takıntı hâline getireceği 12 yaşındaki Iris’le (Jodie Foster) ilk karşılaştığı anda, yani ona zorla seks işçiliği yaptıran Sport’un (Harvey Keitel) Iris’in kaçmasına izin vermeyerek zorla taksiden indirdiği sahnede başlar. Buradaki basit bir ayrıntı filmin bütün hikâyesinin yerini tutar: Sport’un Iris’i indirdikten sonra sus payı olarak taksinin camından içeri buruşturulmuş dolar fırlatması, Travis için onur kırıcı bir harekettir; dışarının pisliğinin o zamana kadar bir gözlemci gibi şehri dolaştığı taksisinin içerisine karıştığı ilk andır. Ama daha çok, “kirli para” denilen şeyin kanlı canlı bir temsili, Travis’in arka sokaklarını karış karış turladığı New York’un ahlaki çöküşünün de başlıca sebebidir. Bu yüzden Travis o buruşturulup ─bir anlamda yüzüne─ fırlatılmış doları bir hınç nesnesi olarak saklar. Bu zamana kadar şehrin pisliğini ─hem gerçek anlamıyla hem metaforik anlamda─ temizlemesi için kuvvetli bir yağmurdan medet uman Travis’in artık yağmuru beklemek yerine kahramanca bir sorumluluk alacağının da ilk sinyalleri verilmiş olur.
Bir başkan adayının seçim bürosunda çalışan Betsy ile yaşadığı başarısız flört girişimi, taksiden iş arkadaşının tavsiyesiyle yola çıktığı bireysel silahlanma süreci ve bir market soygununu önlemeye çalışırken karıştığı ilk cinayeti… Bütün bunlara, uykusuzluk şikayeti sebebiyle kullandığı ilaçların etkisiyle giderek gerçekle sanrıların birbirine karıştığı bir ruh hâli eşlik eder. Scorsese, taksinin camlarını buğulaştıran yağmuru, şehirden yükselen tozu ve dumanı, sokak aydınlatmalarıyla trafik ışıklarının birbirine geçen hipnotik renk karışımlarını ve tedirginlik verici saksafon melodilerini bu gerçekle sanrı arasındaki belli belirsiz ruh hâlini pekiştirmek için ustaca kullanır. Nitekim bu hazırlık, saf şiddetin kanlı bir şölene katık edildiği o meşhur final sahnesinin gerçek mi yoksa Travis’in hayalle karışık bir sanrısı mı olduğunun tartışmaya açık bırakılmasına da hizmet eder. Travis’in, Iris’i alıkoyup yetişkinlerle para karşılığında birlikte olmasına zorlayan Sport’un başını çektiği şebekeyi tam teçhizatlı bir asker gibi tek başına katlettiği final sahnesi Scorsese için ikonik hâle gelmiş bir yakın plan şiddet gösterisidir. Ardından görüntü donar, kamera yükselir, kana bulanmış cesetlerin üzerinde dolaşır ve tanrı bakışıyla bu kanlı hesaplaşmanın bir muhasebesi yapılır.
Film gösterime girdikten sonra şiddeti özendirdiği iddiasıyla yoğun bir şekilde eleştiriledursun, 1981 yılında, tıpkı filmdeki Travis’in reddedildiği Betsy’nin dikkatini çekmek için başkan adayına suikast yapmayı kafasına koyması gibi, John Hinckley isimli sonradan akli dengesi yerinde olmadığı anlaşılan bir Amerikalı, defalarca izlediği Taxi Driver filmindeki Iris’i canlandıran Jodie Foster’ı takıntı haline getirerek ona ulaşmak için defalarca mektup yazdıktan sonra, Foster’ın ilgisini çekebilmek için dönemin Amerikan Başkanı Ronald Reagan’a suikast girişiminde bulunur. Reagan silahlı saldırıdan yaralı olarak kurtulur, ama daha da ilginci, bu olay sonrasında filmin senaristi Schrader, yönetmeni Scorsese ve Travis’i canlandıran De Niro FBI tarafından sorgulanır, ifade vermek zorunda kalırlar. Filmin yarım asra yaklaşan yolculuğunda, şiddetle alakalı eleştirilere rağmen, sadece sinema alanındaki başarısıyla değil, filmin dışında bıraktığı etkiyle de adından söz ettiren Taxi Driver, Martin Scorsese’nin filmografisinin bir magnum opus’u olarak arzıendam ediyor.
Ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi.