Not: Filmlerin isimlerine tıklayarak sitemizdeki eleştirilerine ulaşabilirsiniz.
20. A Cure for Welness
A Cure for Welness, başarılı bir yapım olmasına rağmen bu sene değeri bilinmeyen bir film oldu. Film, bir finans şirketinde çalışan ve hırsla yükselmeye çalışan Lockhart’ı konu ediniyor. Lockhart’ın çalıştığı şirketin CEO’su, İsviçre Alp’lerinde özel bir sağlık merkezinde tedavi görmek üzere şirketten ayrılır. Çalıştığı şirket kötü durumdadır ve CEO söylediği tarihte dönmemiş, dönmeyeceğini söylediği bir mektup bırakmıştır. Lockhart, şirket tarafından CEO’yu geri getirmesi için İsviçre’ye bu sağlık merkezine gönderilir ve burada kendini hasta olarak bulur.
Filmin süresi uzun ancak gitgide artan gizem, merak duygusu ve gerilim o kadar başarılı bir şekilde harmanlanmış ki ekrana kitlenerek izliyorsunuz. Bana göre A Cure for Wellness, görülmeye değer bir şaheser. Hazal Erkul
19. Raw
Yazar-yönetmen Julia Ducournau’nun ilk uzun metraj filmi olan Raw, bu sene beyaz perdede karşımıza çıkan en sıra dışı hikâyelerden biri. Yönetmenin teknik becerileri ve muazzam kamera kullanımı yılın en etkileyici sinema tecrübelerinden birini yaratıyor. Yılın en etkileyici karakterlerinden biri olan Justine’i canlandıran Garance Marillier’ın performansı ise filmin yarattığı atmosfere önemli bir katkı sağlıyor. Sesil Yersu Uncu
18. The Insult
L’insulte, gerçek bir olay üzerinden başarılı bir Orta Doğu portresi çiziyor. Ötekileştirme, ön yargılar, barış gibi büyük dertlere sahip film sadece bu dertlere sırtını dayayıp da teknik kısmı aksatmıyor; bir “konuşan kafalar” filmi değil yani. Yer yer Farhadi filmlerinin dramatik çatısını hatırlatan güçlü senaryosu davada herhangi bir taraf tutmamıza izin vermiyor. Bunda başarılı iki başrol oyuncusunun da payı çok büyük ki Kamel El Basha Venedik Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünün de sahibi oldu. Kalıcı barış için geçmiş yaraların üstünün örtülmesi değil iyileştirilmesinin önemini gösteren filmin meselesi; “anlatılan senin hikâyendir” sözünü hatırlatacak kadar tanıdık, bizden. İlkyaz Altuğ
17. The Square
2014 yılının iddialı yapımlarından kara komedi türündeki Force Majeure’nin yönetmeni Ruben Östlund’un son filmi The Square; Cannes’da Palme d’Or kazanarak dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. The Square, batılı ülkelerin daha doğrusu Avrupa’nın sanata bakışını bir sanat galerisi müdürü Christian üzerinden eleştiren kalburüstü bir taşlama olarak yılın en iyileri arasında yerini alıyor. İçinde barındırdığı ikonik sahne ile hafızalardaki diriliğini korumayı sürdürüyor. Hürrem Erdoğan
Cannes Film Festivali’nde büyük beğeni toplayan ve sadece topladığı beğeniyle kalmayıp FIPRESCI, François Chalais, Jüri Büyük ve Queer Palm gibi oldukça sansasyonel ödüllerle dönen bir film 120 BPM. Film, AIDS’e karşı mücadele için gösteriler düzenleyen ve bilgilendirmelerde bulunan Act Up adlı örgütün Paris ayağını başrole koyuyor. Genel olarak bilgilendirici bir üsluba sahip olsa da başroldeki karakterlerin yaşadıklarını kameraya yansıtarak, olayın perde arkasını bizlere daha şeffaf bir şekilde aktarmayı başarıyor. Fransa’nın Oscar aday adayı olan film son sekize kalmayı başaramasa da çoğu noktada yılın en çok konuşulan yapımlarından Call me by Your Name’den başarılı olduğunu düşünüyorum. Hürrem Erdoğan
15. Blade Runner 2049
Efsane Ridley Scott bilim kurgusu Blade Runner‘ın 35 yıl sonra gelen devam filmi birçok izleyici için bekleneni verdi. Blade Runner 2049 finalinden çok sürece odaklandığımız, görselliğiyle bizleri büyüleyen bir bilim kurgu olma özelliği taşıyor. Olağanüstü güzellikteki sinematografisinin mimarı Roger Deakins‘ın yıllar sonra hakkettiği ”En iyi Görüntü Yönetmeni” Oscar’ını almasına kesin gözüyle bakıyoruz. Film özellikle sansür sebebiyle Türk izleyicinin canını sıksa da yönetmen Villeneuve‘ün güçlü anlatımı sayesinde hafızalarda yer edinecektir. Tabi, Hans Zimmer’ın hem ilk filme saygı duruşunda bulunduğu hem de kendi tarzını ortaya koymayı ihmal etmediği parçalarının bunda etkisi büyük olacaktır. Anıl Meydan
14. Foxtrot
Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapıp Gümüş Aslan’ı kucaklayan İsrail yapımı Foxtrot, oldukça sert bir militarizm eleştirisi. Öyle ki İsrail Kültür Bakanlığı tarafından çok eleştirildi. Ancak bu filmin İsrail’in Oscar adayı olmasına ve son 9’a kalmasına engel olamadı. 3 ayrı tonda bölümden oluşan filmin son bölümü, mükemmel ilk iki bölüme göre azıcık zayıf kalsa da; derdi, senaryosu, kara mizahı, sinematografisi ve başarılı yönetimiyle bence senenin en iyisi, en “ikinci kez izlemek için sabırsızlanıyorum” dedirteni. İlkyaz Altuğ
13. Personal Shopper
12. L’amant Double
Basit bir öyküyle, hasta bir kadın ile psikologu arasında gelişen ilişkiyle açılan film, adamın ikizinin ortaya çıkması ile doppelganer temasının son dönemlerdeki en başarılı anlatımını vadediyor. 21. yüzyılın en cesur yönetmenlerinden François Ozon, bu temayı işlerken girilmedik alan bırakmayarak Brian De Palma, Alfred Hitchcock gibi ‘erotik gerilim’ ustalarının mirasını devam ettiriyor. Tuncay Uravelli
11. Get Out
Ülkemizde ne yazık ki kıymeti bilinmeyen yılın korku filmi Get Out‘da yönetmen Jordan Peele, ırkçılık teması üzerinden korku filmi yaparak 10 yıllardır özellikle ABD’de büyük problem yaratmış, savaşlara, korkunç davalara sebep olmuş bir insanlık ayıbına başka pencerelerden bakıyor. Zaman geçtikte insanın içini ürperten, gerçekçi senaryosuyla klişe korku filmi kalıplarına adeta meydan okunduğunu görüyoruz. Ayrıca filme eklenen komedi ögelerinin çok yerinde ve zekice olduğunu da söylemek gerek. Get Out bu senenin korku bazında en özgün işi. Anıl Meydan
10. Logan
X-Men evrenindeki en önemli karakterlerden biri olan Wolverine’in son filmi olma özelliği taşıyan Logan, birçok klişe süper kahraman filmine göre farklı bir atmosfer barındırıyor. Başından sonuna merakla izlenen film, cesur senaryosu, güçlü sinematografisi, Hugh Jackman ve Patrick Stewart gibi isimlerin harika performansı sayesinde, sadece bu senenin değil aynı zamanda tüm zamanların en iyi çizgi roman uyarlaması filmlerinden biri. Anıl Meydan
9. On Body and Soul
Berlin Film Festivali’nin büyük ödülü Altın Ayı‘yı kucaklayan On Body and Soul bana göre 2017’nin en özel filmlerinden biri, belki de en özeli. Fantastik konusu, göz alıcı sinematografisi, başrol oyuncusu Alexandra Borbély‘nin güçlü performansı ve tabi Laura Marling’in filmle müthiş uyumlu şarkısı “What He Wrote” ile göze, kulağa ama en önemlisi kalbe hitap ediyor. Macaristan’ın Oscar adayı da olan On Body and Soul klişe tabirle “beyinle değil kalple sevilecek” filmlerden. İlkyaz Altuğ
7. Star Wars: Episode VIII – The Last Jedi
Efsane seriye yeni ekleme değerindeki The Last Jedi, filmin yazar-yönetmeni Rian Johnson’ın hikâyedeki cesur seçimleriyle şaşırtıcı bir sürü ana ve zaman zaman nostajik bir havaya sahip. Aynı zamanda eski filmlere de atıfta bulunan dikkat çekici bir Star Wars filmi. Eski üçlemeden geri gelen isimlerin, Carrie Fisher ve Mark Hamill’in ekranda göründükleri her an parladıkları film izleyenlere farklı bir Star Wars tecrübesi yaşatmayı başarıyor. Filmin serinin en iyi yazılmış ve yönetilmiş filmlerinden biri olduğunu da söylemek gerek. Sesil Yersu Uncu
6. Dunkirk
Her bir filmi başyapıt olan Christopher Nolan’ın yönettiği Dunkirk 2. Dünya Savaşı sırasında on binlerce İngiliz askerinin bir sahilde kapana kısılmalarını konu alıyor. Film, vizyona girmeden önce muazzam savaş sahneleri bekleyen sinemaseverleri mutlu etmiyor. Nolan ise bunun savaş filmi olmadığını defalarca dile getirmişti. Bu durum o kadar net ki düşman askerlerin silüetini dahi filmde görmüyoruz. Dunkirk tamamen İngiliz askerlerinin tahliyesine odaklanıyor. Bu fikri benimseyenler için senenin en iyi filmleri arasına girmeyi başarıyor. Ayrıca Dunkirk ses miksajı ile de yılın en iyisi olmaya yakın olduğunu düşünüyorum. Hürrem Erdoğan
5. Good Time
Yönetmen koltuğunda Safdie kardeşleri gördüğümüz Good Time, son yıllarda izlediğim en naif suç filmi. Giriştikleri soygunun ardından hapse giren kardeşini kurtarmaya çalışan Connie’in hikayesini anlatan yapım, dur durak bilmeyen, senaryosu güçlü ve nefes kesen bir gerilim. Connie rolünde izlediğimiz Robert Pattinson ise oyunculuğunun zirvesinde, kendisini beğenmeyenler bile bu filmde takdir edecektir. Tempoyu baştan sona yüksek tutan Good Time, muhakkak yaşamanız gereken bir deneyim. Hazal Erkul
Yönetmen koltuğunda David Lowery’nin oturduğu A Ghost Story, bizlere Malick-vari bir “çarşaflı hayalet” hikâyesi sunuyor. Az diyaloglu yapıda olmasına rağmen evrene, zamana, sevgiye ve yalnızlığa dair söylemek istediği her şeyi tüm can alıcılığı ile yüzümüze vuran, sıra dışı bir anlatı sağlıyor. A Ghost Story, yalın ancak büyüleyici atmosferi ve çarpıcı kareleriyle de yılın en özel işlerinden biri. Sesil Yersu Uncu
3. Call Me by Your Name
Kuzey İtalya’nın Cremona isimli küçük şehrinde, 1983 yazında geçen bu özel film, 17 yaşındaki Elio ile babasının asistanı Oliver arasında ufak ufak gelişen aşkın günlüğünü tutuyor. Sulardan çıkarılan doğal miras, antik Roma heykellerindeki estetik, bir tarafta bedenlerin, tenlerin güzelliği, bir tarafta İtalya’nın bakmaya doyulamayacak pitoresk güzelliği ile buluşuyor. Filmdeki her karakter, her nesne, ağızlardan çıkan her cümle, bu güzelliğe dolaylı bir katkı sağlıyor. Sonunda isimlerin birbirlerine devredileceği bir tutkuya dönüşen iki insan arasındaki ilişki, hüzünlü bir ilk aşk hatırası olarak akıllarda kuvvetli bir yer edinirken her izleyenine ayrı ayrı kendi gençlik deneyimlerini anımsatıyor. Tuncay Uravelli
2. Three Billboards Outside Ebbing, Missouri
Toronto Film Festivalinde “Halkın Seçimi” ödülünü kazanan film, bana göre bu senenin açık ara en iyisi. Vahşice katledilen kızının cinayetinin aydınlatılmaması üzerine kasabanın girişine 3 Billboard asan Mildred Hayes, kasabanın şefi Bill Willoughby’i hedef almaktadır. Oldukça saygıdeğer ve sevilen bir polis şefi olan Willoughby’e karşı yapılan bu atak kasaba halkı tarafından kabul görmez ve anneye cephe alınır.
Çok sevdiğimiz başarılı yönetmen Martin McDonagh’ın kara mizah türündeki bu mükemmel kurgusunda, gözlerinizden yaş akarken birden kahkaha atıyorsunuz. Filmin senaryosu darmadağın etti beni. İzleyende muhakkak iz bırakacak bu film, özgünlüğü ile kusursuz bir başyapıt! Hazal Erkul
Son filmi Noah ile hayal kırıklığı yaratan Darren Aronofsky’nin yeni filmi ilk olarak Venedik Film Festivali’nde gösterildi. Filmi yerinde izleyen eleştirmenleri dahi ikiye böldü. mother! ilk yarısında piyesvari bir havaya bürünse de ikinci yarısında kaotik ortamdaki insanlığın sosyal gelişimi, dinlerin ve bazı mitsel olayların işlenişi kusursuz. Hele bütün bunları bir evin içine sıkıştırmak ise usta işi. Bu sebepten bile mother! yılın en iyileri arasına girmeyi fazlasıyla hak ediyor. Hürrem Erdoğan